ZEYNEP ESRA ABAY ÇELİK / Kanundan Yönetmeliğe: Memurlara Yarım Zamanlı Çalışma “Müjdesi”


Dokuz yıl önce devlet memurlarına tanınan yarım zamanlı çalışma hakkı, geçen haftalarda yayımlanan Yönetmelik ile genel çerçevesini buldu. Peki, bu ‘müjde’ kime, nasıl ulaşacak?
Aslında devlet memurlarının yarım zamanlı çalışma hakkı 2016 yılında AK Parti Hükûmeti zamanında kanunlaşmıştır. Yani dokuz sene öncesinde “aileyi merkeze alan ve önceleyen” böyle bir hakkın tanımlanmış olması önemli bir eksikliği gidermişti. Zira bugün “bağlanma teorisine ve bağlanma stillerine” dair çalışmalar göstermektedir ki bebeklik dönemi sadece fiziksel ihtiyaçların değil, duygusal ihtiyaçların da giderilmesi gereken ayrıcalıklı bir dönemdir. Üstelik bu dönemde, bebeğin birincil derece bakımından sorumlu olan ebeveynleriyle birlikte zaman geçirmesiyle sağlıklı ve duygusal bağ kurabilmesi sadece çocukluk dönemini değil, yetişkinlik dönemini de etkileyecek kadar kritik bir öneme sahiptir. Bu sebeple iş ve aile yaşam dengesinin yasalarla desteklenmesi, aile kurumunun güçlendirilmesi adına çok önemli bir adımdı. Bugün ise kanun hükmünün uygulama süreçlerini göstermek adına yayımlanan ilgili Yönetmelik “Aile Yılına” yakışır bir hamle olmuştur.
Kanuna Aykırı Uygulamalar Yönetmeliği Zorunlu Kıldı
Devlet memurlarının yarım zamanlı çalışmasına dair ilk adım; 10.02.2016 tarihli 29620 sayılı Resmî Gazete ‘de yayımlanan 29.01.2016 tarihli 6663 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 10’uncu maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‘na eklenen Ek Madde 43 ile atılmıştır. Zamanla, Kanuna mugayir uygulamaların artması neticesinde, 18 Temmuz 2025’te “Devlet Memurlarının Yarım Zamanlı Çalışma Hakkının Kullanımına İlişkin Yönetmelik” Resmî Gazete’de yayımlanmış oldu. Bu Yönetmelik; kanunu hiç bilmeyenler için belki “yeni bir müjde”, kanundan haberdar olup hak arayışını mahkemelerde sürdürenler için ise “sevindirici bir müjde”…
Fakat az çok hukuk okuryazarlığı olan biri bilir ki kanunlar uygulamaya dair detay vermez, genel hatları ile çerçeve çizer. Kanunların nasıl uygulanacağına dair usul ve esaslar “ihtiyaç dahilinde” yönetmeliklerle tanımlanır. Anayasanın 124’üncü maddesinde belirtildiği gibi “…kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” Yani yönetmelikler kanunların uygulanabilmesi için bir zorunluluk değildir, uygulamalardaki olası belirsiz alanları ortadan kaldırmayı amaçlayan, ihtiyaca binaen çıkartılabilen talimatnamelerdir. Özetle yönetmeliğin olmaması prensipte mevcut kanunun uygulanmasında bir engel teşkil etmez. Zaten yanlış uygulamaların mahkemeden döndüğü de bilinmektedir. Hasılı ortadaki müjde bürokrasiye sıkışmış/sıkıştırılmış hak sahiplerinedir…
Zira Kanuna göre hak sahipleri açıkça tanımlanmıştır: “Doğum yapan memurlar doğum sonrası analık izninin veya 104 üncü maddenin (F) fıkrası uyarınca kullanılan iznin, eşi doğum yapan memurlar ise babalık izninin bitiminden, ilgili mevzuatı uyarınca çocuğun mecburi ilköğretim çağının başladığı tarihi takip eden ay başına kadar olan dönemde, ayrıca süt izni verilmeksizin haftalık çalışma saatlerinin normal çalışma süresinin yarısı olarak düzenlenmesini talep edebilirler.” Buna ek olarak; “Bir çocuğu eşiyle birlikte veya münferit olarak evlat edinen memurlar ile memur olmayan eşin münferit olarak evlat edinmesi hâlinde memur olan eşleri de istekleri üzerine çocuğun fiilen teslim edildiği tarihten veya 104 üncü maddenin (A) fıkrası uyarınca sekiz haftalık izin verilmesi ya da aynı maddenin (F) fıkrası uyarınca izin kullanılması hâlinde bu izinlerin bitiminden itibaren bu fıkra hükümlerinden yararlanır.”
Kanunun nasıl uygulanacağına dair temel detaylar ise kanun içerisinde ifade edilmiştir. Kanunda hak sahiplerinin derece yükselmesi ile kademe ilerlemesinde hizmet sürelerinin yarım kabul edileceği, mali haklar ve sosyal yardımlarına dair ödeme unsurlarının yarısı esas alınarak ödeme yapılacağı, ilgili kanundan yararlananların tam zamanlı çalışmaya geçmesi halinde aynı çocuk için bir daha aynı haktan yaralanamayacağı net bir şekilde tanımlanmış olup, çalışma saatlerinin ilgili kurum tarafından belirleneceği de eklenmiştir. Bu durumda kanunun aslında net ve uygulanabilir olduğu, kanunun uygulanmasının ise meslek gruplarının kendi iç dinamikleri hesap edilerek koordinasyonun yetkili amire bırakıldığı anlaşılmaktadır. Fakat kamuoyuna da yansıdığı gibi kimi durumlarda bu yetkinin yanlış ve/veya yanlı kullanıldığı anlaşılmış ve yönetmelik bir ihtiyaca dönüşmüştür.
Yönetmelik ile birlikte “Günün yirmi dört saatinde devamlılık gösteren hizmetlerde görev yapan memurun yarım zamanlı çalışma esasları, normal haftalık çalışma süresinin yarısı dikkate alınarak hizmet ihtiyacına göre kurumu tarafından belirlenir.” şeklinde belirlenirken “Kamu kurum ve kuruluşlarında, şube müdürü ile dengi ve üstü yönetici ünvanlı kadrolarda görev yapan memurlar ile yurt dışı teşkilatında görev yapan memurlar yarım zamanlı çalışma hakkından yararlanamaz.” ibaresiyle kanundan yararlanmayacak memurlar da tanımlanmıştır. Öte yandan Kanunda haftalık çalışma saatleri “normal sürenin yarısı” olarak belirtilirken, Yönetmelikte haftalık çalışma süresi en az üç gün, günlük çalışma süresi ise en az üç saat, en çok sekiz saat olarak detaylandırılmıştır. Her tanımlamanın bir genel resim çizmekle beraber bir sınır çizdiği düşünüldüğünde, standardizasyonun her durum için optimal çözüm sunacağını söylemek de doğru olmayacaktır. Kod yazan bir mühendisin ya da proje çizen bir mimarın iş performansını ofiste geçireceği saatle ölçmek ve bu ölçeğe göre planlama yapmak ne kadar doğru olacaktır? Belki zamanla her meslek grubu için o mesleğin iç dinamiklerine uygun alternatif çalışma modelleri geliştirilebilir. Mesela hibrit bir modelle evden çalışma esnekliğinin getirilmesi ofise bağlı olmayan meslek grupları için daha güzel bir alternatif olarak düşünülebilir.
Hasılı devlet memurlarının yarım zamanlı çalışmasına dair uygulamaların her meslek grubu için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Hatta bazen aynı meslek grubu içerisinde bulunan farklı kurumların dinamikleri ve ihtiyaçları bile başka başkadır. Mesela; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Yönetmelik kapsamında devlet yükseköğretim kurumlarında yarım zamanlı çalışma hakkından yararlanamayacak memurların tespiti için üniversitelerden görüş talep ederken bu detayı düşünmüş olmalı. Zira bu değerlendirmede, Sosyoloji Bölümünde eğitim veren bir akademik personel ile örneğin Hemşirelik gibi, özü itibariyle eğitiminde yoğun uygulama barındıran bölümlerde kadrolu olan bir akademik personel aynı olmayacaktır. Buna karşın Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Yönetmelikte yer alan kısıtlamalar dışında herhangi bir şarta ihtiyaç duymadan “uygulamanın tüm kurumlara örnek olması” temennisiyle Yönetmeliği hemen yürürlüğe koymuştur. Bu noktadan baktığımızda diyebiliriz ki dokuz yıl önce atılan adım ne yarım atıldı ne de yarım kaldı. Sadece yol, pratikteki uygulamalarla adım adım yürümeye gebeydi. Şimdi ise yol, “Aile ve Nüfus 10 Yılı” münasebetiyle koşar adım ilerleyeceğe benziyor.