YUSUF ALPAYDIN / Kontenjanlarda Değişim Ve Ortaöğretim-Yükseköğretim Bağını Güçlendirmek


2025 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) bu yıl da milyonlarca gencin üniversiteye giriş umudu için en kritik aşamalardan birini oluşturdu. 1-13 Ağustos tarihleri arasında tercih maratonu tamamlanırken, süreçten hemen önce Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından açıklanan 2025 yılı önlisans ve lisans kontenjanları, eğitim kamuoyunda dikkat çeken tartışmalara yol açtı.
YÖK verilerine göre, 2024 yılında 1 milyon 2 bin 636 olan toplam kontenjan sayısı, 2025’te yüzde 18,38’lik bir düşüşle 818 bin 369’a geriledi. Bu, 184 bin 267 kontenjanın sistemden çıkarılması anlamına geliyor. Azalış önlisans programlarında yüzde 26,01, lisans programlarında ise yüzde 9,68 düzeyinde gerçekleşti. En sert daralma, yüzde 44,66 ile açıköğretim ve uzaktan öğretim programlarında görüldü.
Daralmanın Boyutu ve Dağılımı
Devlet üniversitelerinde toplam kontenjan yüzde 23,46 oranında azaldı. Ön lisans düzeyinde bu oran yüzde 30,65 gibi yüksek bir seviyeye ulaştı. Lisans düzeyinde ise yüzde 14,65’lik bir düşüş yaşandı. Vakıf üniversitelerinde ise tablo farklı, toplam kontenjan yüzde 3,19 artış gösterdi. Vakıflarda lisans programlarında yüzde 7,73’lük artış görülürken önlisans programlarında yüzde 2,23’lük sınırlı bir azalma söz konusu.
Özellikle açıköğretim ve uzaktan öğretim kontenjanlarındaki ciddi daralma, mezunların iş gücü piyasasında karşılaştığı istihdam güçlükleri ve bu programların mesleki kazanım bakımından sınırlı etkisi göz önüne alındığında, planlı bir yeniden dengeleme olarak değerlendirilebilir.
Açıköğretim ve uzaktan öğretim programlarının kontenjanlarının yüzde 44’ün üzerinde azaltılması, nicelikten çok niteliğe odaklanan bir politika değişikliğine işaret ediyor. Bu tür programlarda diploma sahibi olmak her zaman mesleki başarıyı veya istihdam garantisini beraberinde getirmediğinden, kapasitenin azaltılması ve kaynakların stratejik alanlara yönlendirilmesi, uzun vadede mezunların iş gücü piyasasındaki konumunu güçlendirebilir.
Önlisans düzeyinde örgün öğretim kontenjanları 2024’e kıyasla yüzde 15,79 azaldı. En fazla daralma; bankacılık ve sigortacılık, muhasebe ve vergi uygulamaları, turizm ve seyahat hizmetleri, sağlık kurumları işletmeciliği, tıbbi dokümantasyon ve sekreterlik, çocuk gelişimi gibi alanlarda gerçekleşti. Bu programların birçoğunda mezun arzının uzun süredir talebin üzerinde olduğu biliniyor.
Buna karşılık bilişim, yapay zekâ, siber güvenlik, büyük veri analistliği, otonom sistemler teknikerliği gibi alanlarda kayda değer kontenjan artışları görüldü. Ayrıca hava lojistiği, insansız hava aracı teknolojisi ve operatörlüğü, sondaj teknolojisi gibi sektörün ihtiyaç duyduğu spesifik alanlarda da kapasite genişlemesine gidildi. Bu eğilim, yükseköğretimin küresel iş gücü dönüşümüne uyum sağlama çabasını yansıtıyor.
Yüksek Talep Gören Lisans Programları
Bununla birlikte, hukuk ve diş hekimliği gibi hem öğrenciler hem de aileler nezdinde yüksek talep gören lisans programlarında kontenjanların azaltılması ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor. TÜİK’in yükseköğretim istihdam göstergelerine göre bu alanların mezunları hâlâ ortalamanın üzerinde kazanç elde ediyor. Giriş puanlarının istikrarlı biçimde yüksek olması, talebin devam ettiğinin somut göstergesi.
Dolayısıyla bu tür programlarda kapasitenin daraltılması, arz-talep dengesi perspektifinden bakıldığında beklenen etkiyi doğurmayabilir. Talep ve kazanç potansiyeli yüksek alanlarda mevcut kapasitenin korunması, hatta belirli ölçülerde artırılması hem adayların tercih olanaklarını genişletebilir hem de iş gücü piyasasının nitelikli insan kaynağı ihtiyacına olumlu katkı sağlayabilir.
Kontenjan politikalarına ilişkin tüm bu değişikliklerin arka planında, Türkiye’de ortaöğretim sisteminin iş gücü piyasasında yeterli karşılığı bulamaması önemli bir etken olarak öne çıkıyor. Lise mezunlarının büyük kısmı, mezuniyet sonrası doğrudan iş hayatına atıldığında tatmin edici gelir düzeyine ulaşmakta zorlanıyor. Bu durum, yükseköğretimi neredeyse tek geçerli yol olarak gören bir gençlik profili oluşturuyor. Bu noktada, yalnızca üniversite kontenjanlarının ayarlanmasıyla sorunun bütünüyle çözülemeyeceği açık. Ortaöğretimin, öğrencilerine doğrudan istihdamda kullanılabilecek beceri setleri kazandırması, yükseköğretim üzerindeki talep baskısını da azaltacaktır.
Ortaöğretimde Yeni Yönelimler: Türkiye’ye Uygun Model Arayışları
Yakın dönemde Rıza Akkaya ile birlikte hazırladığımız Ortaöğretimde Yeni Yönelimler: Türkiye’ye Uygun Model Arayışları başlıklı SETA Analizi, ortaöğretim sisteminin yapısal sorunlarını ve bu sorunların çözümü için olası model önerilerini kapsamlı biçimde ele alıyor. Raporun temel tespiti, Türkiye’de mevcut lise modelinin farklı ilgi, yetenek ve akademik düzeylere sahip öğrenciler için yeterli esneklik sağlayamadığı yönünde. Bu nedenle, öğrencilerin bireysel yönelimlerine göre alternatif öğrenme yolları geliştirilmesi gerekiyor.
Rapor, uluslararası örnekler üzerinden Türkiye’ye uyarlanabilecek üç temel modeli tartışıyor:
- 3 yıllık lise modeli: Zorunlu derslerin yoğun olduğu, daha kısa ve hedef odaklı bir yapı.
- 3+1 modeli: Üç yıl zorunlu temel eğitim, dördüncü yıl ise öğrencinin ilgi alanına uygun seçmeli modüller.
- 2+2 modeli: İlk iki yıl ortak genel eğitim, son iki yıl akademik veya mesleki yönelim.
Analizde özellikle 2+2 modelinin, öğrencilerin ilgi ve becerilerine göre erken dönemde yönlendirilmesini mümkün kılacağı ve esnek bir yapı sunacağı vurgulanıyor. Bu modelde, ilk iki yıl tüm öğrencilerin aynı müfredatı takip etmesi, sonraki iki yıl ise öğrencilerin akademik veya mesleki programlara ayrılması öneriliyor.
Raporda ayrıca, program çeşitliliğinin sadece müfredat farklılaşmasıyla sınırlı kalmaması gerektiği, okul türleri ve öğrenme ortamlarının da zenginleştirilmesi gerektiği belirtiliyor. Bu kapsamda, proje temelli öğrenme, esnek modüler ders yapıları, dijital öğrenme araçlarının entegrasyonu ve iş dünyasıyla güçlü iş birlikleri öne çıkarılıyor.
Bir diğer önemli vurgu ise rehberlik ve yönlendirme hizmetlerine ilişkin. Türkiye’de ortaöğretim düzeyinde rehberlik faaliyetlerinin genellikle sınav odaklı yürütüldüğü, öğrencilerin kariyer planlaması ve yetenek geliştirme süreçlerinde yeterince desteklenmediği ifade ediliyor. Rapor, güçlü bir yönlendirme sisteminin hem akademik hem de mesleki başarıyı artıracağını, öğrencilerin lise sonrası yollarını daha bilinçli seçmelerine imkân vereceğini belirtiyor.
Kademeler Arası Bağın Güçlendirilmesi
Eğitim sisteminin bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması, lise ve üniversite kademelerinin birlikte tasarlanması büyük önem taşıyor. Akademik liseler ile üniversiteler arasında güçlü akademik köprüler kurmak, öğrencilerin yükseköğretime daha hazır gelmesini sağlar. Mesleki liseler ile iş dünyası arasındaki bağların güçlendirilmesi ise lise sonrası doğrudan istihdamı teşvik eder.
YÖK ve MEB’in çok yakın bir çalışma ve işbirliği içerisinde eğitim sistemini bütünleştirme çabalarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bir dönem içerisindeyiz. Bu bağların güçlenmesi, yükseköğretim üzerindeki “tek seçenek” algısını azaltacak, lise sonrası farklı ve güçlü yolların oluşmasına katkı sunacaktır. Türkiye’nin eğitim politikalarında, kademeler arası uyumu gözeten, esnek ve çok yönlü bir modelin inşası; hem gençlerin beklentilerinin karşılanması hem de ülkenin insan kaynağının etkin kullanımı açısından stratejik bir gereklilik olarak görünmektedir.