YÜKSEL AYTUĞ / Yaşlıları dolandırıcılara terk etmeyin!

Evlerinde yalnız yaşayan yaşlıları neden sık sık telefonla dolandırıyorlar biliyor musunuz? Hayır, beyinleri yaşlandığı, bunadıkları ya da teknolojiye ayak uyduramadıkları için değil. Onlar hep “aranma” ihtiyacı içinde oldukları için.
“Acaba arayan evladım mı?” diye açıyorlar sabit telefonlarını. Ses yabancı da olsa, kendini polis, savcı, hakim diye tanıtsa da pür dikkat dinliyorlar. Çünkü kimse aramıyor onları. Telefonda kendi isimlerini duymaları yetiyor onlara. Muhabbete duydukları özlemle uzun uzun konuşuyorlar. Hatta karşıdaki biraz yakınlık göstermişse her isteğini emir telakki edip, uyguluyorlar. Bankadan para mı çekilecek, bilezikler poşete konulup, çöp tenekesinin yanına mı bırakılacak? Tabii ki, hemen!..

Pazarda tek başına dolaşırken tanımadığı kadınlar yanına yaklaşıp “Teyzecim sen pek muhterem bir hanıma benziyorsun. Evine gelelim de sana bir bereket duası okuyalım” dediklerinde onları tereddüt etmeden ağırlaması da bu yüzden değil mi zaten?
Allah kimseyi evladının, eşinin, dostunun ilgisinden mahrum bırakıp, yalnızlıkla sınamasın.
Yaşlılarınızın halini, hatırını sormayı dolandırıcılara bırakmayın lütfen…
Yerli dizilere burun kıvıranlara
Yazıya “Nazım Hikmet Ran” adı verilmiş bir edebiyat ve felsefe bloğunda rastladım. Çoğu zaman aşağılanan ve dalga geçilen yerli dizilerin gerçek değerini anlamamıza yardımcı olmak için yazılmıştı.
Yazı, bir Cüneyt Arkın anısıyla başlıyordu:

1998… Cüneyt Arkın, Boğaziçi Üniversitesi‘nde 32. Gün’ün konuğuydu. Gençler, o bildiğimiz “genç cesaretiyle” her soruda saldırıyor: “Filmleriniz çok saçma…” “Efektler kötüydü…” “Abartılı değil miydi?” Cüneyt Arkın sakince dinledi. Sonra sadece bir cümle kurdu: “Gençler… Sizin bayıldığınız Titanic ne anlatıyor? Zengin kız fakir oğlan aşkı. En büyük klişe. Biz o aşkı, o duyguyu, o hikâyeyi o dönem elimizdeki imkânsızlıklarla anlattık.” Salonda bir sessizlik… Çünkü haklıydı. Bugün Türk dizi sektörüne yapılan eleştiriler de biraz böyle…
Evet, uzun. Evet, bazen klişe. Evet, kimi sahne gereksiz uzuyor. Ama şu gerçeği hiç söylemiyoruz: O diziler sayesinde Turkey, Türkiye oldu. O dizilerden önce dünya bizi bu kadar tanımıyordu. Soft power dediğimiz şey şudur: Bir ülkenin dünyadaki sevdiren yüzüdür. Silahla değil, kültürle etki etmek demektir. Amerika bunu Hollywood’la yaptı. Kore K-drama ve K-pop’la yaptı. Biz ise fark etmeden Türk dizileriyle yaptık. Bu tam anlamıyla yumuşak güç başarısıdır.
Ne demiş?
Mahmut Tuncer’in “Beni oynayabilir” dediği Serenay Sarıkaya, fotoğraftaki yapay zeka uygulamasını görünce “İkna oldum, olacağım” dedi.

Zap’tiye
Bu saç stiline sahip olanlar sokaklardan toplansa suç oranı yüzde 85 azalır mı acaba?

Gaf kürsüsü
Gümrük Muhafaza Türkiye’de bavulundan 150 adet puro çıkan adamın mazereti: “Arkadaşlarla puro partisi yapacaktık…”



