YÜKSEL AYTUĞ / Barışın kaybedenleri

“Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” derler ama bu kez barışın kaybedenleriyle karşılaştık.
Memleketin 40 yıldır kanayan yarası terör belasından kurtulmak için tünelin ucunda ilk kez ışık göründü. Erdoğan ve Bahçeli’nin büyük fedakarlık göstererek başlattığı hamleye, karşı taraftan da samimi destek gelince huzurun kapısı ardına kadar açıldı.
Peki bu barışın kaybedenleri kimler? Haydi listeyi birlikte yapalım: Muhalefet yapacağım diye her krizden nemalanmaya çalışıp kaostan, savaştan, ölümden medet uman içimizdeki hainler.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) suya düşen ABD, İsrail ve yancıları.
Kışkırtıcı yayınlarına artık dayanak bulamayacak olan muhalif medya.
Milliyetçiliği “kafatasçılık” ile karıştıran faşizan zihniyet.
Terörün kaldırdığı tozun dumanın görünmezliğinde uyuşturucu, silah ve hatta insan ticareti yapıp ceplerini dolduran baronlar.
Peki ya kazanan? Türkiye ve insanlık…
Her ne kadar bu barış sürecinin gerçekleşmesinde dirayetli, vatanını milletini seven siyasi liderlerin büyük katkısı varsa da, asıl mimarlar “Vatan sağ olsun” diyebilen şehit anaları, babaları, eşleri, çocuklarıdır. Ülkeyi teröre teslim etmeyen asker, polis ve korucudur. Ve… Benim bu sütunlarda yıllardır söylediğim, “Terörü bitirirse, analar bitirir” sözümü doğrulayan dirençli, azimli Diyarbakır anneleridir.
Çok acı çektik, çok gözyaşı döktük. Çok büyük bir bedel ödedik. Milletçe altın değerinde zamanlar kaybettik. Sevinelim, gururlanalım ama yine de ihtiyatlı ve ölçülü olalım.
Şimdi pansuman ederken kabuğu kaldırmama, halay’a dururken acıların üzerinde tepinmeme zamanıdır.
Gel de Nurgül’e katılma
Nurgül Yeşilçay, “İstanbul‘dan neden kaçmalıyız?” sorusuna 3 madde ile cevap vermiş:
1- Artık her dakika trafik var. Arabayla çıktığında ‘Arabayı nereye park edeceğim?’ diye düşünüyorsun. Eğer taksiyle gidersen, taksi zaten bulamıyorsun. Otobüsle falan gideyim desen, onlar çok kalabalık. Haydi yürüyeyim diyorsun, bu sefer kaldırım yok.
2- Herkes çok gergin. Hepimizin bir toprağa falan basması lâzım. Hepimiz çok elektrikliyiz. ‘Naber?’ diyorsun, ‘Sana ne?’ diyor.
‘Nasılsın?’ diyorsun, ‘Niye sordun?’ diyor. Her an herkes birbiriyle kavga edecekmiş gibi bir durum var.
3- Her şey çok lezzetsiz. En lüks restorana da gidiyorsun, çok lezzetsiz. Sokakta bir şey yiyorsun, o da çok lezzetsiz. Bilmiyorum artık yani, iyice suyu çıktı o işlerin de.”
Nurgül’ün listesine bir madde de ben ekleyeyim:
4- İstanbul vicdansız ve ahlaksız esnafla dolmuş. “Soyulmaktan” ancak kaçan kurtulur.
Hande bu ne?
Hande Yener’in son konserinde giydiği kıyafete bakar mısınız? Eminim sırf adından söz ettirmek için seçmiştir bunu. Madem öyle, emeği boşa gitmesin. Söz edelim bakalım:
İlk bakışta taytının üzerine slip don giyen Superman’i anımsatıyor. Daha detaylı inceleyince iyi beslenmemiş bir paçalı tavuk etkisi yaratıyor. Son olarak; iplerle sıkılmış boğumlarıyla şarküteri vitrinine konulmaya hazır salamlara benziyor.
Belli ki artık notalar da, sözler de tükenmiş. Medyada anılmanın başka yöntemi kalmamış…
Ne diyeyim, Allah akıl fikir ihsan eylesin…
Gaf’let kürsüsü
Gaziantep’te bir lokantanın kasası. İçeri girenler, vahşi yerlilerin adamı kazanda haşladığını sanıyor!
Zap’tiye
Sağlık Bakanlığı obeziteyi önlemek için sokaklarda “şiş göbek kontrolü” yapmaya başladı. Peki ya “şişik ego kontrolü” ne zaman başlayacak?
Ne demiş?
Sunucu Ceyla Büyükuzun: “Mourinho gece kulüplerinde eğleniyorum demiş.” Sergen Yalçın: “Görürdüm öyle bir şey olsa, sallamasın.”