EKONOMİ

Süper Güçler için ‘Tragedya’ dönemi

Dünya tarihinin en kritik eşiklerinden birisinin önündeyiz. Öyle bir eşik ki, ABD, Çin ve Rusya‘dan oluşan birincil süper güçler ile, AB, Hindistan ve Brezilya’dan oluşan ikinci süper güçlerin tümü yaralı. 6 süper gücün tümü farklı nedenlerle kan kaybı yaşıyor. Yani, 16. Yüzyıl’dan beri dünyayı elinde tutan ‘güç mücadelesi’nin çözüldüğü, tersine ‘güç erozyonu’nun sahne aldığı bir anı yaşıyoruz. Küresel sistemde son döneme damgasını vurmuş olan kırılmalar, artık yalnızca ekonomi politikası veya jeopolitik rekabet çerçevesiyle açıklanabilecek düzeyi aşmış durumda. Büyük güçler arasındaki rekabet, giderek sertleşen bir üstünlük mücadelesinden çok, gücü kaybetmeme ve esas gizlenmeye çalışılan içerideki çözülmeyi geciktirme çabasına dönüşüyor.
Ekonomik veriler, dış politika refleksleri, teknoloji yatırımları ve ticari bloklaşma arayışları ortak bir noktada birleşiyor: Süper güçlerin asıl sınavı dışarıdaki rakipleriyle değil; esas kendi iç kırılganlıklarıyla. Peki, bir süper gücü gerçekten ne çökertebilir? Tarih bize şunu fısıldıyor: Çöküş, dışarıdan gelen darbeyle değil, halkın kendi devletine, ülkesine olan özgüvenini kaybetmesiyle başlar. Eğer başkentler kendi toplumlarının zayıflamayı hissetmesini önleyemezse, ilk göçük zihinlerde yaşanır. Toplumsal özgüven sarsıldığında, süper güç statüsü artık sadece bir unvana dönüşür; içi boşalır ve etkisi azalır. Hegemonya iddiası önce moral zeminde, sonra ekonomik ve jeopolitik alanda erir. Bugünün süper güçleri, küresel sahnede adeta ‘parlak zırh’ içinde yürüyen; ama ‘içten içe zayıflayan kahraman’ konumundalar.
Güç gösterisi, artık stratejik üstünlük için değil, zafiyeti gizlemek için devreye sokulmaktadır. Ekonomi medyasında giderek daha sık kullanılan üç kavram; ‘gösteri odaklı jeopolitik’ (performative geopolitics), ‘güç vitrini’ (façade of strength) ve ‘gücün ardındaki kırılganlık’ (fragility behind power) tam da bu tabloyu anlatıyor. Yani dışarıya gösterilen güç, çoğu zaman içeride hissedilen güvensizliğin de aynası. Bu ‘jeoekonomik tragedya’yı en çarpıcı biçimde altı büyük aktör üzerinden okumak mümkün. ABD, kurduğu küresel sistemin merkezindeki ülkeydi; bugün ise kendi inşa ettiği düzenin ‘rehinesi’ olma riskiyle karşı karşıya. Doların ayrıcalığını korumak için daha sert hamleler yapıyor, yaptırım kartını daha sık kullanıyor; çünkü sistemin çözülmesi en fazla onu incitecek.
Çin ise, artık sadece meydan okuyan değil, sistemi dönüştürecek yeni mimar adayı. Teknoloji, ticaret, altyapı ve finans mimarisi üzerinden yeni bir küresel ağ kuruyor. Ancak demografi, emlak krizi ve içeride baskılanan tüketici psikolojisi, yükseliş hikayesinin altındaki sessiz kırılganlıklar. Avrupa Birliği (AB), küresel sistemin ayrıcalıklı ortağıydı; bugün kimlik aşınması ve stratejik kararsızlık arasında sıkışmış durumda. Ekonomik güç hala duruyor olsa da, jeopolitik irade hayli zayıflamış durumda. İçerideki parçalanma korkusu, dışarıdaki iddiayı da törpülüyor. Rusya, jeostratejik güç gösterisini, aslında ekonomik çöküşü öteleme aracı olarak kullanıyor.
Askeri varlık, nüfuz alanı ve enerji kozuyla sahnede güçlü durmaya çalışsa da içerideki ekonomik daralma, uzun vadeli maliyeti büyütüyor.
Tüm bu tablo bize şunu söylüyor: Süper güçler farklı sahnelerde oynuyor olabilir, ancak senaryo aynı. Hepsi kendi iç gerçeğinden kaçıyor, ‘zafer naraları’ ise çoğu kez erteleme taktiği. Bir büyük gücün çöküşü, dışarıyla savaşırken değil, iç özgüven erozyonuyla başlar. Dışarıdaki savaş, çoğu zaman sadece final perdesidir. Bugün, ‘aynaya bakmaktan korkan devletler’ dönemini yaşıyoruz. Oysa, güç erozyonunu durdurmanın yolu, sertlik ve hegemonya ile değil; dayanıklılık, toplumsal özgüven, kapsayıcılık ve sürdürülebilir bir hikaye oluşturabilmekten geçiyor. Belki de süper güçlerin bugün ihtiyaç duyduğu şey, daha büyük ordular veya daha sert açıklamalar değil; daha büyük bir özgüven, daha derin bir yüzleşme ve daha gerçek bir gelecek anlatısıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu