Savaş yerine ‘zaman kazanma’ mücadelesi


Küresel güç politikasına yön veren aktörlerdeki yüksek beklentiler ve düşük güven, karşılıklı şüpheleri ve Gazze’den Sudan’a, Ukrayna’dan Venezuela’ya kadar uzanan farklı coğrafyalardaki bölgesel kaosları daha da derinleştiriyor.
Zira teknolojik açıdan insanlığın geldiği aşama kimsenin -buna en güçlüler de dâhil- artık savaşları kazanma ihtimalini yok ediyor. Savaşlar kazanılamayınca sorunlar kronik çatışmalara dönüşüyor. Zafere ulaşamayacağını gören taraflar bu kez zaman kazanmaya çalışıyor.
Masada veya sahada olsun fark etmiyor, büyük güçler ile bölgesel güçler arası rekabette en dikkat çeken mücadele biçimi artık vakit kazanmaya odaklanmış durumda. Gazze ateşkesinde de bunu görüyoruz. Ukrayna ve Venezuela krizlerinde de ve son olarak Sudan‘da yeniden alevlenen iç çatışmalarda da bu yapısal sorunla yeniden yüzleşiyoruz.
Dolayısıyla ABD, Çin ve Rusya arasındaki mücadele veya uzlaşı gayretlerinin nihai amacı yüzleşmekten ziyade “zaman kazanma” stratejisine dayanıyor.
***
Her ne kadar Putin-Trump veya Trump-Şi arasında bazen ezber bozan buluşmalar olsa da jeopolitik tarih sürecinin bize öğrettiği bir şey varsa o da küresel güç rekabetinin nadiren masada atılan imzalarla bittiğidir. Her şeyin ölçüsü eskiden de olduğu gibi günümüzde de hâlâ cephedir.
Bu nedenle hakkı ve hukuku mahkemelerde, uluslararası toplantılarda veya zirvelerde arayanların varacağı yer her zamanki gibi yine derin bir hayal kırıklığı oluyor, olacaktır.
Son olarak Güney Kore’deki APEC zirvesinde Hint-Pasifik bölgesinin geleceği masaya yatırıldı. Bu çerçevede ABD Başkanı Donald Trump ile en büyük küresel rakibi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 30 Ekim’de tarife savaşları ve nadir elementler yarışı başta olmak üzere birçok sorunda nabız yokladılar.
Uzlaşıya varıp barış ilan etmeleri de sıcak bir savaşa tutuşmaları da şu an için güç mücadelesini şekillendiren çok katmanlı jeopolitik realitenin doğasına aykırı. Zira mevcut statüko barıştan ziyade gerginlik, işlevsizlik, kaos ve gerilim üretmeye dayalı.
***
Hatta Putin, Trump ve Şi gibi liderlerin yakın frekanstaki siyaset tarzları aralarında güveni yeniden tesis bile edebilir. Ancak güç haritalarını şekillendiren jeopolitik paradigmaya dayalı rekabet nihayetinde şahsi değil kurumsaldır. Ulusal ve uluslararası gerçekliğe endekslidir. Haliyle küresel stratejiler liderlerin görüşme, diplomasi, tören ve el sıkışmalarından arındırıldığında geriye sadece siyasi manivelalar kalır.
Bu nedenle mevcut küresel tablodaki güç mücadelesi “elmalar düşene kadar ağacı sallamaya” uygun değil. Herkes birbirine bağlı ve bağımlı. Bu yüzden de kimse başına buyruk bir siyaset izleme lüksüne sahip olamıyor. Örneğin, üst perdeden herkese tehditler savuran ABD’nin askeri-endüstriyel kompleksinin yüzde 78’i Çin’den yapılan ithalata bağlı. Çin’in ekonomisi de ABD’ye bağlı.
Savaş uçaklarından akıllı telefonlara kadar her alanda kullanılan hayati önemdeki nadir toprak elementlerinde Çin’in öyle lanse edildiği gibi bir hegemonyası yok.
Doğrudur, şu an küresel tedarik zincirinin yüzde 70’i Çin’den geçiyor. Fakat nadir elementlerin işlenmesindeki tekel artık Çin’den Almanya ve Japonya’ya geçmiş durumda. En dayanıklı mıknatıs ve mikroçip pazarının yüzde 80’i bu iki ülkeden geliyor. Çin’in bu alandaki payı sadece yüzde 15.
Hâsılı kelam, küresel jeopolitik tablo ve realiteler hiç kimsenin siyasi fantezilerinin gerçekleşmesine izin verecek durumda değil. Bu nedenle barıştan ve uzlaşıdan ziyade her alanda geçici ateşkesler dönemine giriyoruz. Çünkü savaşları kazanmanın çağı sona eriyor. Herkes bu yüzden zaman kazanmaya çalışıyor.

