YAZARLAR

SALİH TUNA / Bitmeyen kin

Muhbir entelektüel veya self-oryantalist edalı zıpçıktı tecessüsle, 80’li yıllarda İslamcı mahallede dolaşarak kariyer yapan Ruşen Çakır adlı bir şahıs vardı.
Mahallemizin ezikleri bu elemanla konuşmayı/dahası bilgi vermeyi marifet sanırlardı.
Soner Yalçın arkadaşımız da Ruşen eleman gibi “İslamcılar” hakkında “bilirkişi” gibi konuşmaya bayılıyor.
Hakkını teslim edelim, Ruşen eleman gibi sinsi değil. Fakat bir kusurcuğu var, masa başı çalışmaları yalapşap olmaktan öteye geçmiyor maalesef.
Geçen gün Nurettin Topçu ile Necip Fazıl‘ı mukayese eden öyle bir yazı döşendi ki Necip Fazıl nefreti belasına, Topçu’yu bir “kurtarıcı” ilan etmediği kaldı.
Tamam, Topçu “isyan ahlakının” adamıydı, bağlılığı devlete veya lidere değil hakikateydi.
Lakin Necip Fazıl‘ın da hakikate bağlılığı tavizsizdi. Bir farkla ki, dava sahibi olmayı hakikate içkin görürdü.
Lafın burasında şuncağızı soralım:
Necip Fazıl’ın lidere bağlılık düşüncesi sorun oluyor da, “Mustafa Kemal’in emanetidir papyon” diyerek Atatürkçüleri papyon takmaya davet eden Soner Yalçın‘ın lidere bağlılık düşüncesi sorun olmuyor mu?
Soner’in söz konusu yazısının finali de manidar: “Nurettin Topçu‘nun ‘beklenen gençliği’ bir türlü gelemeyecek… Necip Fazıl’ın ‘siyasal kini’ ülkeyi yok edecek…”
Soner Bey kardeşimizin Necip Fazıl üzerinden iktidarla hesaplaşma gayreti kendi bileceği iş. Fakat bu gayretin meşruiyeti için Topçu’yu sahiplenme veya umut görme kurnazlığı, daha çok Ruşengillere yakışırdı, kendisine değil.

***

Merhum Nurettin Topçu “lider kültüne” itibar etmezdi ama odasına astığı Hitler fotoğrafını (başına iş açma olasılığına rağmen) asla kaldırmazdı.
Buna mukabil…
Necip Fazıl, Hitler’i, Batı’nın kriz psikolojisinin ürünü bir lider olarak görür, onun rejimini benimseyen yerli hayranlarını (dönemin Cumhuriyet gazetesi buna dâhildir) tahfif eder, kıyasıya eleştirirdi.
Her ikisi de Tanzimat’tan bu yana self-oryantalist Batıcı aydınlar ile Batı’ya körü körüne düşman Oksidentalistler arasındaki kapışmanın çok fevkinde sahici aydınlardı.

***

Aydın meselesi bu ülkenin her daim kanayan yarası olmuştur. Necip Fazıl ve Nurettin Topçu da bu yaranın başındaki iki farklı doktor gibidir. Teşhiste hemfikirdirler ama tedavi yöntemleri farklıdır.
Necip Fazıl, Babıâli tipi aydınları (self-oryantalist veya sömürge aydınlarını) biyolojik tür olarak tarif etmekle kalmaz, “haşere” benzetmesini yapar.
Üstada göre Türkiye’de gerçek yokluk un, yağ, şeker değil; şahsiyet sahibi münevver yokluğudur.
Topçu’nun makbul ve muteber aydını, Batı entelektüelinin eleştirel ruhunu taşır ama orada kalmaz; üstüne “isyan ahlakı” ve “şehadet bilinci” ekler.
Necip Fazıl’ın makul ve muteber aydını da devlette memur değil, ruh hekimi rolündedir. “Dava adamı” tesmiye ettikleri de mezkûr “şehadet bilincini” kuşanmaktan ibarettir.
İki münevverimiz de taklitçi, köksüz, Batı özentisi aydın tipinden nefret etmekte birleşir.
Asıl bitmeyen kin, bu nefretin neşet ettiği mana ikliminedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu