BEŞİKTAŞFENERBAHÇEGALATASARAYGÜNDEMSPORTRABZONSPOR

‘Pis işler’ kronolojisi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nde Ekrem İmamoğlu döneminde öyle bir sistem kuruldu ki, yargı nereye elini atsa devasa bir yolsuzluk tablosu ortaya çıkıyor. Bu tabloyu görmek için yalnızca tek bir olaya bakmak yetmiyor; kronolojik olarak son altı yılın seyri, işin vahametini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

2019’DA BAŞLAYAN SERÜVEN
İmamoğlu’nun göreve gelişi, “şeffaflık ve temiz yönetim” vaatleriyle olmuştu. Fakat çok kısa süre sonra belediye ihalelerinde tartışmalı kararlar, israf iddiaları ve lüks harcamalar gündeme taşındı. Reklam ve konser bütçeleri öne çıkarılsa da asıl rant kapıları imar, hafriyat, ulaşım ve altyapı işlerindeydi.

İLK İPUCU: LÜKS YAŞAM TARZI
Daha 2020’de belediye yöneticilerinin lüks yaşam tarzı dikkat çekmeye başladı. İBB kadrolarında kısa sürede villa ve lüks araç edinmeleri kamuoyuna yansıyınca, “Paranın izi sürülmeli” diye yazdım. O yıl ortaya çıkan ilk iddialardan biri, İSFALT ve KİPTAŞ üzerinden dönen yüz milyonlarca liralık ranttı.

2021’DE RANT ‘SİSTEM’LEŞTİ
İmamoğlu’nun en yakın ekibinden Ertan Yıldız‘ın anlattıkları, sistemin pervasızlığını ortaya koydu: “Toprak dökümünden yılda 150-200 milyon dolarlık rant elde ediliyor. Bu paraların büyük bölümü yurtdışına kaçırıldı…” Bu ifadeler, belediyenin rutin gelir-gider sisteminin dışında, “paralel bir kasa” oluştuğunu açıkça gösteriyordu.
Sonrası çantalar dolusu dolarlı günler… İddialar artık yalnızca “söylenti” değil, tanıklıklara dayanıyordu. Eski milletvekili Aykut Erdoğdu‘nun ve İBB yöneticisi Fatih Keleş‘in adının geçtiği çanta olayı, büyük yankı uyandırdı: “1 milyon 200 bin dolar telaffuz edildi. Çantanın fermuarı açıldığında dolarları gördüm…”
Bu, İstanbul’un en büyük belediye şirketlerinden gelen paraların artık doğrudan aktarıldığı bir mekanizma olduğunu kanıtlıyordu.

2023’TEKİ SAYIŞTAY RAPORU
Belediyeleri denetlemekle görevli Sayıştay‘ın yayımladığı 2023 raporu, buzdağının yalnızca görünen ucuydu. Raporda, İmamoğlu döneminde kaybolan 1137 aracın izi sürülüyordu. Ancak ondan sonra ciddi bir rapor ya da yaptırım ortaya çıkmadı. Aynı dönemde, iç denetimden sorumlu muhasebeciler ve yeminli mali müşavirlerin sessizliği de dikkat çekti. Yasadışı para akışlarının muhasebe birimlerinden geçmesi gerektiği hâlde hiçbir resmi itiraz kayıtlara girmedi.
Olayın İzmir boyutu da farklı değil. Soruşturmalar derinleştikçe olay yalnızca İstanbul’la sınırlı kalmadı. İzmir’de İZBETON skandalında Heval Savaş Kaya adı öne çıksa da çok konuşulan bir isim daha vardı: Sıtkı Şüküer… Şüküer, yeminli mali müşavir olarak 12 belediye kuruluşunun defterini tutuyor, aynı zamanda Büyükşehir Belediye Başkanı’nın özel danışmanı olarak görev yapıyordu. Sorulması gereken kritik soru şuydu: Belediye şirketlerinin mali müşavirleri, bu “pis işleri” görmüyor muydu, yoksa görmezden mi geliyordu?
İtirafçı işadamı Murat Kapki‘yle ilgili bir haberde şu ayrıntı dikkat çekiciydi: “Hüseyin Köksal, BVA adlı şirketin aldığı kâr paylarını İmamoğlu’nun sistemine aktarıyordu. Pis işleri muhasebeci Gönül Dursun biliyordu…”
Bugün gelinen aşamada tablo nettir:
● İmar ve hafriyat rantları üzerinden yüz milyonlarca doların yurtdışına çıkarıldığı…
● Belediye yöneticilerinin villa ve lüks araçlarla hızlı bir zenginleşme yaşadığı…
● Denetim kurumlarının büyük ölçüde sessiz kaldığı…
● Fonlanan medya organlarının bu değişimi görmezden geldiği bir süreç yaşandı.

Sonuç: Türkiye, mali yapısını disipline etmek istiyorsa işe önce belediyelerden ve onları denetlemesi gereken kurumlardan başlamalıdır. Çünkü burada kurulan sistem yalnızca bir belediyeyi değil, tüm kamu yönetimini zehirleyen bir “rant ve yolsuzluk ağı” hâline gelmiştir. Ve unutulmasın; her villa, her lüks otomobil ve her kaybolan araç, aslında halkın cebinden çıkan paranın bir simgesidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu