ÖZER KÖSEOĞLU / Yerel Yönetim Reformu Yaklaşırken…


Türkiye‘de modern belediyecilik 1855 yılında İstanbul‘da Şehremanetinin kurulmasıyla başladı. Bu tarihi dikkate aldığımızda çok da kısa olmayan bir belediyecilik birikimine sahibiz. O günden bugüne, başta belediyeler olmak üzere yerel yönetimler birçok değişim ve reform geçirdi. Kimi zaman yeni bir belediye kanunu çıkarılması şeklinde köklü reformlar yapıldı, kimi zaman da küçük değişikliklerle yetinildi. Bu yazıda, yerel yönetimlerin reform tarihini etraflıca ele almak mümkün değil. Ancak son yıllarda neden bir yerel yönetim reformuna ihtiyaç duyulduğuna cevap arayabiliriz.
2002 yılında AK Parti hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte reform gündeminin ilk maddelerinden birisi yerel yönetimler oldu. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı deneyimine dayalı olarak yerel yönetimlerin kalkınma ve refah üretimindeki rolünü iyi biliyordu. Büyükşehirlerin yönetiminde karşılaşılan zorlukları tecrübe etmişti. Ne yapılması gerektiğinin farkındaydı. Bu nedenle, yerel yönetimler reformunda hızlıca eyleme geçildi.
Mevzuat yeniliğinin ardından belediyelerin yetki ve görev alanları genişletildi, personel harcamaları kısıtlandı, hesap verme sorumluluğu genişletildi, yerel katılım mekanizmaları çeşitlendirildi. Bu reformların merkezinde; yerel hizmetlerde ekonomiklik, verimlilik ve etkililik ilkeleri vardı. Belediyelerin yolsuzluk ve rüşvet yerine, ürettikleri hizmet ve eserlerle anılması sağlandı. Belediyelerde bütçe disiplini getirildi, gereksiz harcamaların ve yozlaşmanın önüne geçildi.
2012 yılında gerçekleştirilen reformlarda ise büyükşehir belediyelerinin sayısı artırıldı, belediyelerin yetki ve görev alanları genişletildi. Belediye ölçeğinin büyümesi sayesinde hizmet maliyetlerinin azaltılması amaçlandı. Özellikle büyükşehirler ulaşım, imar ve altyapı gibi belediye hizmetlerini tüm il sınırları içinde planlama ve koordine etme imkânına kavuştu. İyileşen mali yapıya paralel olarak büyükşehirlerde yüksek bütçeli altyapı ve üstyapı yatırımlarını hayata geçirme imkanı doğdu.
2014 yerel seçimlerinin ardından Türkiye’de büyükşehir belediyelerinin bulunduğu iller ayrıksı bir metropoliten yönetim sistemine kavuştu. Böylece 30 ilimizde üst kademede anakent belediyesi olarak büyükşehir belediyesi alt kademede ise ilçe belediyelerinden oluşan iki kademeli metropoliten yönetim modeline geçildi. Tokyo, Madrid ve Varşova gibi büyük metropollerde uygulanan bu model, belediyeler arasında dikey ve yatay koordinasyonu gerektirir. Bizdeki uygulamanın ayıt edici özelliği, kırsal kalkınmayı da kentsel yönetim içinde değerlendirmesi ve köyleri mahalleye dönüştürerek tarım ve hayvancılıkla ilgili her türlü faaliyeti büyükşehir ve ilçe belediyelerine bırakmasıdır.
İki kademeli modelin en önemli dezavantajı, farklı siyasi partilere mensup belediyeler ile anakent belediyesi arasında anlaşmazlıklara ve çatışmalara neden olabilmesidir. Nitekim bizdeki uygulamada da bu tür şikayetler zaman zaman gündeme gelmektedir. Siyasi anlaşmazlıklar, belediyeler arasında yetki ve görev çakışmalarını artırmaktadır.
Nüfus, yüzölçümü ve coğrafi koşullar nedeniyle bazı büyükşehir belediyelerinde hizmet maliyetlerinin düşmek yerine arttığı gözlenmektedir. Bazı büyükşehirlerde tarım ve hayvancılıkla ilgili hizmetlerin yetersiz kaldığına, kırsal mahallelere belirli belediye hizmetlerinin yeterince ulaşmadığına yönelik şikayetler dile getirilmektedir.
Büyükşehir belediyeleri dışında kalan illerde eskiden olduğu gibi belediyelerin yanında il özel idareleri ve köyler faaliyet göstermeye devam etti. Her bir yerel yönetim kuruluşunun kendi yetki ve görev alanı içinde faaliyet gösterdiği tek kademeli yerel yönetim sistemi bu şehirlerde varlığını korudu. Fakat bu şehirlerde köy ile ilgili mevzuatın eski olmasından kaynaklanan sorunlar söz konusudur. Şehir ölçeğinde imar, ulaşım ve altyapı yatırımları planlanamamaktadır. En uygun hizmet büyüklüğü sağlanamadığı için benzer işlere farklı yerel yönetim kuruluşları kaynak ayırabilmekte, kaynak israfı artmakta, koordinasyon sorunları ortaya çıkmaktadır.
Şehirler ve yerel yöneticiler son yıllarda ciddi meydan okumalara maruz kaldı. 2011’de Suriye’de başlayan iç savaş sonrası Türkiye’ye sığınan mülteciler ağırlıklı olarak şehirlere yerleşti. 2020’de yaşadığımız pandemi süreci sağlıklı şehirler inşa etmenin önemini ortaya çıkardı. 6 Şubat depremleri dirençli şehirlerin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha bizlere hatırlattı. Son yıllarda şehirlerde suç oranlarındaki artış güvenli şehirleri konuşmamıza yol açtı. İklim değişikliğiyle birlikte şiddetlenen kuraklık, sel ve su baskınları, çölleşme ve erozyon gibi doğa felaketleri yeşil ve sürdürülebilir şehirleri gündeme taşıdı. Teknolojik gelişmeler, yapay zeka ve veriye dayalı karar verme gibi gelişmeler ise akıllı şehir ve dijitalleşmeye uyumu hızlandırdı. Bu meydan okumalar karşısında belediyelerimizin daha donanımlı, şehirlerimizin ise daha hazırlıklı olması şart.
Malum, 2017 referandumuyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi. Milletin oylarıyla Cumhuriyet ile özdeşleşen parlamenter sistemin yerine başkanlık sistemine geçildi. Kısa süre içinde merkezi hükümet sisteminde başkanlık sistemine uygun değişiklikler yapıldı. Ancak yerel yönetimler 2012 düzenlemelerine uygun olarak çalışmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tecrübesi dikkate alınarak yerel yönetimleri gözden geçirmek gerekiyor.
6360 sayılı yasa sonrasında özellikle büyükşehir belediye meclislerinde temsil adaletsizlikleri oluştu. Ayrıca ulusal seçim sisteminde yapılan ittifak düzenlemeleri yerel seçimlere uyarlanamadı. Bu da siyasi temsilde başkaca sorunlara yol açtı. Anayasada belirlenmiş olan temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerine uygun olarak yerel seçim yasalarının da gözden geçirilmesine ihtiyaç var.
Yerel yönetimler reformu son dönemde siyasetin de gündeminde. Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, özellikle belediyelere yönelik olarak bir dizi sorun alanını sıraladı. CHP’li belediyelere yönelik yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ve devam eden yargı süreçlerine, başta İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri olmak üzere temel belediyecilik hizmetlerindeki aksamalara, belediyelerin hizmet önceliklerini belirlemeden borçlanmasına, cari giderler ve personel harcamalarındaki artışa, yetki ve görev çakışmalarına işaret etti. Şeffaf ve hesap verebilir belediye yönetimlerini inşa ederek yerel yönetimlere duyulan güveni yeniden tazeleme ihtiyacının altını çizdi.
Tartışılan ve gündeme gelen sorun alanlarına bakınca reform ihtiyacının ertelenemeyecek bir noktaya geldiği anlaşılıyor. Yakın bir dönemde, siyasi irade tarafından reforma ilişkin daha somut bir yol haritası ortaya çıkabilir.
Türkiye’de nüfusun yüzde 95’i belediye sınırlarında, yüzde 77’si ise büyükşehirlerde yaşıyor. Belediye hizmetlerindeki aksama, belediyelerimizin düşük performansı, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları milyonlarca vatandaşımızı doğrudan ilgilendiriyor, ciddi bir memnuniyetsizliğe neden oluyor. Yeni bir yerel yönetim reformu sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyal, çevresel ve ekonomik bir zorunluluk haline geldi.
Bugün elimizde ciddi bir birikim, güçlü bir yerel yönetim deneyimi var. Her geçen gün büyüyen sorunlar ve yeni meydan okumalar karşısında yaşanabilir, dirençli, güvenli, sürdürülebilir, kapsayıcı ve akıllı şehirleri inşa etmek mecburiyetindeyiz.
Şehirlerimizin geleceği için bu adımı erteleyemeyiz.