OKAN MÜDERRİSOĞLU / Karadeniz’e “Drone Kalkanı”


Son dönemde Türk hava sahasını ihlâl eden, bazıları kırsal alana düşen drone’lar, hem merak uyandırdı hem de güvenlik açığı gibi yorumlandı. Drone deyince… Elbette, bizim Bayraktar TB2- TB3 veya ANKA’lar ayarındaki insansız hava araçlarından bahsetmiyoruz. Bunlar 50 cm ile 1 metre büyüklüğünde, 1.000-3.000 feet (yaklaşık 300-1000 m) irtifada uçan, tespiti çok zor küçük platformlar. Daha çok keşif gözetleme amaçlı kullanıyorlar. Ancak “sürü drone” olarak sevk edildiklerinde, yüzlercesi hatta binlercesi hafif mühimmat yüküyle de olsa oldukça yüksek tahribat yaratabiliyor.
Soğuk Savaş döneminde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Karadeniz boyunca konuşlandırdığı “Avcı Birlikleri” günümüzün tehdit şartlarına göre, yeniden yapılandırılıyor.
Yıllar önce…
Denizden veya sınır hattından sızma ihtimaline karşı gözetleme, şüpheli unsurların izlenmesi ve raporlanması, gerekli hallerde kısa süreli müdahale, diğer birliklere hedef işaretleme ve istihbarat aktarımı sağlayan bu birlikler, artık “teknoloji kalkanıyla” çalışan yeni bir formata kavuşacak.
Kıyıköy’den Sarp’a kadar uzanan Karadeniz kıyısı boyunca en az 100 adet savunma kalkanı kurulması düşünülüyor. Elektronik harp, lazer ve radar sistemleriyle desteklenen atış ünitelerinden teşekkül edecek bu sistemin kurulumuna 2026 yılında başlanacak!
***
SDG’NİN 3 AYLIK ÖMRÜ!
Jeopolitik konumu Türkiye’yi, coğrafyasının her bir köşesinde güçlü, etkili ve dikkatli olmaya zorluyor. Dün, bütün gözler Şam‘da idi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, MİT Başkanı İbrahim Kalın’dan oluşan heyetin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet el Şara ile görüşmesi, zamanlaması itibariyle kritikti. ABD’nin, DEAŞ’la mücadele gerekçesi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında örgütlediği, çekirdeğini YPG’li terör unsurlarının oluşturduğu bu silahlı yapının ne olacağı halâ büyük bir mesele.
İsrail’in de devreye girdiği; güneyde Dürzileri, kuzeyde SDG içindeki Kürt grupları manipüle ettiği bu ortam çok hassas.
Son bir yılda ancak kendine gelmeye başlayan, İsrail’in Golan Tepelerini de aşan işgalinin yanı sıra sistematik hava saldırılarına hedef olan Suriye’nin, hâlihazırda SDG’nin tasfiyesi için bir askerî harekâtı da göz ardı etmediği biliniyor. Bu noktada Türkiye’nin teyakkuzda olduğu konu ise SDG’nin geleceği… Bu terörist organizasyonun kaderi, muhtemelen üç aylık uzatmadan sonra belli olacak. Yani 10 Mart 2025 tarihli mutabakatın uygulanması, bir yıl dolarken 10 Mart 2026’da şekillenecek. Ama bunun için dahi güncellenmiş bir yol haritasına ve ilk ciddi adımların atılmasına ihtiyaç olduğu bir gerçek.
Suriye Ordusu’na entegrasyondan herkesin anladığı farklı ve bu askeri operasyon seçeneğini hızlandıran bir kriz sebebi.
Suriye Ordusu içinde “ikinci ordu gibi kalmayı isteyen”, bu nedenle sözde komutanları ile iki ayrı tümen olarak örgütlenmeyi isteyen SDG, fiili durumu resmileştirmeyi entegrasyon olarak sunmakta. Oysa olması gereken ve Ankara’nın da savunduğu model, “ferdi entegrasyon!” Yani, Haseke ve Kamışlı’da polis gücü olarak kalacak güçler dışındaki SDG unsurlarının silahlarını Suriye Ordusu’na teslim ederek, emir-komuta zincirine girmeleri ve ülkenin her yanında göreve hazır olmaları!
Görünür gelecekte…
SDG unsurları için belli hukuki güvenceler içeren hamleler yapılması, buna karşın SDG’nin de en fazla tabur seviyesinde Suriye Ordusu’na entegrasyonu ihtimal dahilinde. Aksi durum SDG’ye doğrudan operasyonla neşter vurulmasını gerektirir. Bu da çok taraflı ve maliyetli sonuçlar doğurur!


