OKAN MÜDERRİSOĞLU / İsrail’in ‘salam taktiği…’ Tehlikenin sıfır noktası!


21 Mart 2025’te Palmira Hava Üssü’ne düzenlediği saldırıdan itibaren asıl niyeti iyice açığa çıkmıştı. İsrail, bölgede güçlü devlet istemediği gibi etnik ve dini temelde parçalı yapıları ön plana çıkarma stratejisinden vazgeçmiş değildi. Palmira, Suriye geçiş yönetiminin bölgesel güvenlik ve bölge ülkelerinin (Türkiye-Suriye-Irak–Ürdün–Lübnan) güvenliği sahiplenme politikasının stratejik merkezi olarak seçilmişti.
Ayrıca…
Terörsüz Türkiye sürecinde gözler PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYDYPG’ye, ABD’nin kurduğu şekli ile SDG’ye çevrilmişken, asıl melânet noktasının İsrail olacağı da belliydi. İsrail, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt unsurları özerk yönetim kurmaya teşvik etmekle kalmamış, güneyde de (Suriye-İsrail sınırında yerleşik) Dürzi gruplara müstakil yönetim oluşturmaları için açık destek verdiğini saklamamıştı.
Hitlerin “salam taktiğiyle” yakın coğrafyamızı ve komşu ülkeleri dilim dilim doğrayıp istikrarsızlaştıran İsrail, Türkiye açısından da kritik eşiğe dayanmış oldu. İsrail’in büyük hedefine doğrudan ulaşmak yerine, küçük adımlarla ama sistematik biçimde, her seferinde biraz daha ilerleyeceğini gören ve sonunda çok geç olacağı uyarısını yapan tek lider Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘dı.
Gerek Kürtler gerekse Dürziler, İsrail için Suriye sahasında “sözde tampon bölgenin muhafızları” olarak tasarlandı. Katil Netanyahu hükümeti, başından itibaren tehdit tanımına oturttuğu Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara‘yı, kabul edilmesi imkânsız toprak talepleri ile köşeye sıkıştırmaktan, her fırsatta askeri güç kullanacağını söylemekten geri durmadı! Dün geceden itibaren Şam’ın kalbine, Dera‘ya, Süveyda‘ya bomba yağdırdı.
***
İran’ın zayıflaması İsrail’e SüveydaŞam hattında geniş manevra alanı da açtı. Bu sayede İsrail, “Güya kendi güvenliğini doğrudan etkileyecek merkezlerde inisiyatif aldığını” öne sürerek, yayılmacı politikalarına zemin oluşturmaya çalıştı.
Ayrıca unutulmaması gereken bir başka gerçek şu ki…
Bölgedeki 1.2 milyon Dürzi’nin 150 bini İsrail’de yaşamakta. Bunların hepsi vatandaş ve İsrail ordusuna katılan tek Arap topluluğu olma özelliğini taşımaktalar. 1956’dan beri İsrail Silahlı Kuvvetleri‘ndeler. Dürzî toplumu hem devlet bürokrasisinde hem de güvenlik kurumlarında güçlü biçimde temsil edilmenin avantajını da kullanmakta. Hal böyle olduğu için İsrail, kendisine sadakatle entegre olmuş bu azınlığı koruma bahanesi ile askeri hedeflerine pervasızca ilerleyebilmekte, dünya kamuoyu da seyirci kalmakta!
***
Gelelim şu Dürziliğe…
Merak edip araştıranlar bugün İslâm dininin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi, dinimizin içinin boşaltılması faaliyetlerinin nereye varabileceğini görebilirler. Ben, genel kültür manasında kısa bilgiler paylaşmayı, İsrail’in sinsi plânları ile nasıl uyum sağlayabildiklerini anlatmakla yetineceğim…
Dürzî inancı, İslam’ın Şiî-İsmailî mezhebinden 11. yüzyılda türemiş. İslâm’dan köken alsa da aslında ayrı bir “kapalı inanç sistemine!” dönüşmüş. Felsefî, gizemci, metafizik unsurlarıyla öylesine ilginç bir şekil almış ki… Kutsal metin kabul ettikleri “Kitabü’l-Hikme” halka açık değil. Sadece, özel dini eğitim alan Dürzîler bu metinleri okuyabiliyor, diğerleri ise genel kurallarla hayatını sürdürüyor. Tevhidi benimser görünseler de onlara göre cennet ve cehennem yok. Ruhlar, ölümden sonra yeni bedenlerde doğmakta. Özetle… Dürzîlik, “etnik-dini kimliğin” adı! Sadece Dürzî ana babadan dünyaya gelenler Dürzî sayılıyor. Dürzî olmayan biriyle evlenmeleri kesinlikle yasak, aksi takdirde topluluktan dışlanıyorlar. Suriye-İsrail-Lübnan denkleminde her zaman sahne alabiliyorlar.
Sözün özü…
Türkiyemiz gerçekten çok kıymetli…
Milli kimlik inşa edemeyen, birlik ve beraberlik sağlayamayan, insan onurunu, hak ve özgürlüklerini demokrasi ile taçlandıramayan, refah üretemeyen toplumlar her türlü dış etkiye ve kaosa açık olurlar.