NEBİ MİŞ / Tarihin akışında belirleyici bir dönüm noktası


Dün, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilişinin on birinci yıldönümüydü. Cumhurbaşkanı 10 Ağustos 2014’te ilk defa millet tarafından seçildi. Üzerinden on bir yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, cumhurbaşkanının millet tarafından seçilmesinin önemi çabuk unutuldu.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, çok uzun süren demokratik bir mücadelenin sonunda elde edildi. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulan siyasal düzen, cumhurbaşkanını devletin tepesinde vesayetçi düzenin bekçisi olarak konumlandırmıştı.
Cumhurbaşkanlığı makamı; hem halk tarafından seçilen hükümetin üstünde bir denetleme mekanizması olarak geniş yetkilerle donatılmış, hem de TBMM‘de seçilmesi ideolojik örtüşme pratiğine uygun olarak dizayn edilmişti.
Cumhurbaşkanının seçimi, çok uzun süre siyasi krizlerin tetikleyicisi oldu. Darbelerin ardından darbeciler istediği kişiyi zaten kolayca cumhurbaşkanı olarak görevlendirdi. Meclis‘in seçtiği dönemlerde ise, meclis aritmetiği, rejim tartışmaları gibi kriz üretici müdahaleler ülkemizin yönetim kapasitesini daraltan kısır bir döngü oluşturdu. Siyasetin enerjisi, sistemin işlemesini sağlamak yerine, seçim krizlerini aşmaya harcandı.
Türkiye bu uğurda çok enerji kaybetti. Yaşanan krizler, cumhurbaşkanının seçilmesiyle de sonlanmaz devam ederdi. Seçildikten sonra çifte meşruiyet tartışmaları, dış politika tercihlerinden, ülke iç gündemindeki stratejik görülen bazı kararlara kadar bir çok konuda kriz oluştururdu.
Siyasi kilitlenme ve kurumsal çatışma ülkemize zaman kaybettirdi. Uzun vadeli stratejik politika üretimini engelledi. Cumhurbaşkanını milletin seçmesinin engellenmesi, mevcut düzenin devamından fayda gören seçkinci çıkar gruplarının işine yaradı.
Cumhurbaşkanını milletin seçmesine karşı çıkanların kimler olduğuna yönelik geçmişe doğru bir araştırma yapılsa, karşıtlık gerekçelerinden bu tespitle neyi kastettiğim çok daha kolay anlaşılır. Hatta bugünün siyasi sitemine tümüyle karşı çıkanların bazı gerekçeleri, geçmiş dönemden tevarüs eden kişiselleşmiş kaygıların bir tezahürüdür.
Cumhurbaşkanı halkın seçmesiyle, cumhurbaşkanlığı kriz üreten değil, kriz çözen bir makama dönüştü. Siyasi istikrar, yönetimin kapasitesini güçlendirdi. İktidarın uzun dönemli stratejik hedeflere odaklanmasını kolaylaştırdı. Böylece, dış politika açılımlarına, büyük altyapı projelerine ve bölgesel güç mücadelesine daha fazla zaman ve enerji ayırılabildi.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ile birlikte başkanlık sistemine geçiş ertelenemez bir gereklilik oluşturdu. Çünkü milletin seçtiği geniş yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı ile yine milletin seçtiği bir hükümetin her alanda senkronize ve uyumlu çalışması zordu. Hatta farklı siyasi görüşlerden gelmeleri durumunda sistemin yeniden kilitlenmesi söz konusuydu.
Bugün siyasal sistemin değişmesinden rahatsız olanların önemli bir çoğunluğu, bu sisteme geçişin alt yapısını hazırlamışlardır. Çünkü sürekli rejim tartışması ve kriz siyaseti ile yönetilebilirlik sorununu kendileri üretmişlerdir. Daha somut bir ifade ile 2007 yılında Meclis’te 367 garabetini ve hatta e-muhtırayı savunanlarla, yeni siyasal sisteme geçişi eleştirenler büyük çoğunlukla aynı zihin dünyasının insanlarıdırlar.
Tarih hızlı akıyor. Yakın dönemde yaşananların bile nedenlerini çabuk unutuyoruz. En azından seneyi devriyelerinde bile olsa geçmişi hatırlamak ve hatırlatmak bugün yaşananların doğru bir zeminde anlaşılması açısından önemlidir. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin ortaya çıkardığı stratejik değeri gelecek nesiller geriye bakınca daha iyi anlayacaklar.
Cumhurbaşkanını milletin seçmesiyle, kriz üreten kurumsal mimariden çıkış sağlanmıştır. Bu da tarihin akışında belirleyici bir dönüm noktasıdır.