MUHARREM KILIÇ / ‘Açlık Oyunları’: İsrail’in Ölümcül Savaş Stratejisi


Modern tarihin en ağır insani trajedilerinden birisine tanıklık ettiğimiz Filistin topraklarında, işgalci istisna devleti İsrail, savaş suçları ve soykırım eylemlerinin en sofistike formlarını icra etmeyi sürdürmektedir. Filistin topraklarını işgal ederek kolonyal bir düzen kuran İsrail; mülksüzleştirme ve sömürüye dayalı işgal politikasını idame ettirmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında kurulan milletler rejimini ve buna esas teşkil eden tüm insan hakları değerlerini yok sayan bu yıkım politikası, 2007 yılından bu yana Gazze‘ye yönelik hava, kara ve deniz ablukasıyla birlikte insani krizin daha da derinleştirmektedir.
İsrail’in Ekim 2023 tarihinden itibaren faili olduğu ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleriyle birlikte daha vahim bir yıkım tablosu yarattığı görülmektedir. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü tedhiş harekâtı, devlet terörünün asimetrik kötücül kolektif şiddeti olarak kaydedilmelidir. Zira, Filistin halkı çaresizce bu terör devletinin farklı öldürme stratejilerinin nesnesine dönüştürülmüştür. “Homo sacer” olarak gördüğü Filistinlilerin yaşamlarına son verilmesi durumunda herhangi bir muahezeye maruz kalmayacağı yönündeki pekişmiş inanç ve teo-politik motivasyonla hareket eden İsrail savaş kabinesi, bu insani krizin küstah faili olmayı sürdürmektedir.
En trajik savaş suçlarının işlenmesini olanaklı kılan konvansiyonel olmayan silahların kullanımıyla sivil halkı hedef alarak binlerce Filistinlinin katledilmesine sebep olan İsrail, yeni bir katliam stratejisi olarak aç bırakma yöntemine başvurmaktadır. İsrail’in Gazze’ye uygulamakta olduğu ablukası sistematik bir aç bırakma stratejisine ve bir tür açlık silahına dönüşmüştür. Öyle ki İsrail, yüz binlerce Gazzeli’nin insani yardıma veya temel yaşamsal gıdaya erişimini engellemektedir. Birleşmiş Milletler (BM), insani yardım kuruluşları ve insan hakları örgütlerinin defalarca raporlayıp teyit ettiği üzere, bu planlı ve sistematik bir aç bırakma politikasıdır. Ne yazık ki işlevsizliğine tanıklık ettiğimiz çarpık uluslararası düzenin ve yetersizliği kanıtlanan uluslararası hukukun açık biçimde savaş suçu olarak tanımladığı bu aç bırakma stratejisi, en ölümcül insanlık suçu olarak karşımızda durmaktadır.
İsrail’in ablukasıyla dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüşen Gazze, açlığa maruz bırakılan Filistin halkının gözetim altında tutulduğu bir gettoya çevrilmiştir. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO; Destruction of Agricultural Land in Gaza, The Guardian, 6 Ağustos 2025) yayımladığı rapor, Gazze’deki tarım arazilerinin %86’sının İsrail’in bombardımanları nedeniyle yok edildiğini ve işgal neticesinde erişilemez olduğunu; kullanılabilir tarımsal alanın ise yalnızca %1,5’e düştüğünü kaydetmiştir. Soykırım eylemlerinin yanı sıra bölgede bir ekokırıma da sebep olan İsrail; su kuyuları, seralar, balıkçı tekneleri ve diğer tüm tarımsal altyapıları da hedef alarak yok etmektedir. Bu yönüyle sistematik biçimde Filistin halkının gıda hakkının ağır ihlaliyle sınırlı kalmaksızın, İsrail, gelecekteki gıda güvenliğini de ihlal etmektedir.
İnsani yardım konvoylarının erişimine engel olan İsrail’in ölümcül tuzakları, az sayıdaki yardım dağıtım noktalarında sivil halkı hedef almaktadır. Öyle ki, insani yardıma veya gıdaya erişmek amacıyla dağıtım noktalarına giden sivil halkın İsrail askerlerinin saldırılarına hedef olmaktadır. Distopik bir film senaryosunu andıran bu trajik “açlık oyunları” insanlık dışı bir katliamın sahnesine dönüşmektedir. Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), bu yardım dağıtım merkezlerini “koordine edilmiş katliam alanları” olarak tanımlamaktadır. Nitekim 2025’in ilk yarısında yardım noktalarında temel gıdaya erişim amacıyla giden 400’ün üzerinde sivilin öldürüldüğü kaydedilmiştir. Gazze halkı, açlıktan ölmek ile silahlı/bombalı saldırının hedefi olarak ölmek arasında ölümcül bir tercihe mahkûm edilmektedir. Onurlu bir yaşam beklentisinden başka bir talebi olmayan on binlerce sivilin temel gıda maddelerine ve suya erişiminin engellenmesi soykırım suçunun en trajik yöntemidir.
Tüm uluslararası insan hakları kuruluşları, İsrail’in bu katliam stratejisinin planlı ve sistematik bir saldırganlık olduğunu vurgulamaktadır. Nitekim İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW; Israel Starving Civilians in Gaza, Nisan 2025) sivil halkı aç bırakmanın bir savaş suçu teşkil ettiğini belirtmiştir. Bizzat HRW Ortadoğu Direktörü, “İsrail hükümetinin sivilleri aç bırakmasının bir savaş yöntemi ve uluslararası hukuka göre savaş suçu” olduğunu ifade etmiştir. Uluslararası Af Örgütü (Evidence of Genocidal Intent Through Starvation, Mayıs 2025), aç bırakma politikalarının soykırım kastı taşıdığını belirtmiştir. İsrail, yalnızca aç bırakarak ya da gıda yetersizliğiyle değil, aynı zamanda sağlık hizmetlerinin de çökertilmesiyle Filistinli sivilleri yok etmek için sistematik ölümcül stratejisini sürdürmektedir.
1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin Ek Protokol I, 54. maddesi uyarınca “Sivillerin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan nesnelere (gıda, içme suyu, tarım ürünleri) karşı saldırılar yasaktır.” Bunun yanı sıra, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin dayanağını oluşturan 2002 tarihli Roma Statüsü de (m. 8 (2) (a) (iii) sivilleri aç bırakma eylemini açıkça savaş suçu kapsamında değerlendirmektedir. Ancak ne yazık ki, uluslararası kurum ve kuruluşların etkisiz beyanatları ile bu kötücül saldırganlığa göz yuman ve hatta destekleyen küresel hegemonların ölümcül sessizliği eşliğinde, İsrail’in soykırım eylemleri çeşitlenerek devam etmektedir.
Çoğunluğu çocuklar ve kadınlar olmak üzere binlerce sivilin açlıktan ölümüne göz yuman uluslar/hegemonlar, bu kolektif cezalandırmanın suç ortaklarıdır. Bu insanlık dışı suçların asli failleri kadar bu suça ortak olan veya seyirci kalan tüm dünya kamuoyu da tarihin önünde mahkûm olacaktır. Zira Gazze’de açlığa mahkûm edilen her bir çocuk, kadın ve tümüyle sivillerin maruz kaldığı dram, ağır bir insanlık trajedisidir. Açlığa maruz bırakılan yalnızca Filistin halkı değil, bilakis tüm insanlıktır. Gazze, tüm insanlık değerlerinin umarsızca defnedildiği bir mezarlığa dönüşmüştür. Uluslararası toplumun bu ölümcül suskunluğa ve kolektif duyarsızlığa behemehal son verip; insanlık adına harekete geçmesi ve somut adımlar atması gerekmektedir.