MELİH ALTINOK / Hem Kuzey Kıbrıs hem Türkiye için en iyisi

Dün 20 Temmuz Zaferi‘nin yıldönümü için adaya giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temaslarını izlerken eskiyi düşündüm.
20 yıl kadar önce Kıbrıs meselesine bakışım şimdikinden farklıydı.
Avrupa Birliği‘nin adada çözüm istediğini, Türkiye’nin askeri varlığının bu işe engel olduğunu düşünüyordum.
Bu yüzden Mehmet Ali Talat dönemindeki birleşme referandumunda “evet” kampanyasını destekledim.
Hayır, pişman falan değilim. Zira referandumda Türk tarafının Birleşik Kıbrıs Planı‘na “evet”, Rum tarafından ise “hayır” demesi herkes için fotoğrafı netleştirmişti.
AB’nin, Yunanistan‘ın ve Rumlar’ın Türklere karşı gram sempatisi olmadığı tartışmasız şekilde anlaşılmıştı.
“Kardeşlik”, “Suyun iki yakası” söylemleri en fazla Zülfü’nün şarkılarına konu olacak, dereyi geçene kadar söylenen masallardı.
Adamlar, Türklerle komşu olmayı göze alınamayacak bir risk olarak gördükleri için, yıllardır dillendirdikleri hedeflerine ulaşmaya ramak kalmışken yoldan dönmüşlerdi. Kendilerini, niyetlerini daha açık nasıl ifade edebilirlerdi ki?
Geçtiğimiz aylarda adaya yaptığım kısa seyahatte, planın hala bertaraf edilmediğini, Batı propagandasına borazanlık yapan yapan muhalefetin klişe söylemlerinin özellikle gençler arasında tuttuğunu gözlemledim.
Gazze‘de yaşanan ön gösterim umurlarında bile değil.
Bu yüzden önümüzdeki seçimlerde Ersin Tatar‘ın temsil ettiği gerçekçi ve yurtsever perspektifin galip gelmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kıbrıs Türkü ve Türkiye için başka yol da yok.
***
HER ŞEY BİR YANA…
İsrail’in soykırımı, boş bir arazide toplayıp çevrelerine tel örgü çektiği Gazzelileri açlıktan öldürme seviyesine geçti.
Nazilerin “nihai çözümünün” son aşamasını andırıyor.
Dün de toz toprak içinde yere saçılmış unları tükenenince denizden bir şeyler bulup çocuklarını doyurmaya çalışan insanlara nasıl vahşice saldırdıklarının görüntülerini izledik.
İsrail Ordu Sözcüsünün sahilde sıkışıp kalan Gazzelilerin denize girmesinin yasaklandığını, bu kısıtlamaların herhangi bir şekilde ihlal edilmesi durumunda İsrail Savunma Kuvvetleri gerekli önlemleri alacağını söylüyor. Çünkü deniz balıkçıların ve yüzücülerin hayatları için çok tehlikeliymiş.
İnsan değil ki ayıplayasın, kınayasın…
Tıpkı bizdeki, 20 bin çocuğun kolu bacağı kopmuş, cenazeleri orta yerdeyken, ecnebi yatak firması sponsorluğunda oturduğu koltuğunda gerine gerine “İsrail demokratik ve aydın bir ülke mirim” diyen zavallı ve alkışçıları gibi insanı andırıyor, o kadar.
Öyle ya, 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan her şey bir yana…
Sadece bu sahneleri izleyen bir insan evladının, ister Yahudi olsun ister Müslüman ya da dinsiz, safını seçmekte bir an bile tereddüt etmesi, “o denizde balık olsaydım” dememesi mümkün mü?
***
BU ARADA KASAP GIDADAN ZEHİRLENMİŞ
Gazze’deki çoluk çocuğun açlıktan kırılması emrini veren soykırımcı Netanyahu iki adım ötedeki evinde bağırsaklarını bozmuş.
Kendisine acilen damar yoluyla sıvı takviyesi yapılmış, Söz konusu rahatsızlığın sebebi hakkında resmi bir açıklama yapılmazken, bazı çevrelerde “zehirlenmiş olabilir mi?” sorusu gündeme gelmiş.
Hâlâ boğazından nasıl lokma geçiyor bilmiyorum ama muhtemelen yalan söylüyordur.
Zira bugün ve yarın hakkında açılan yolsuzluk davaları kapsamında Kudüs Bölge Mahkemesi’nde ifade vermesi gerekiyordu. Sağlık durumu nedeniyle bu duruşmalara katılamayacağı açıklandı.
Pisliği pislikle örtmek tam onların tarzı.
***
MÜTEVAZILIK İLE AŞAĞILIK KOMPLEKSİ ARASINDAKİ O İNCE ÇİZGİ
İstanbul’u gezen Jim Viatge isimli bir Fransız Turist metrodan çektiği video önüme düştü.
Türkiye’yi ülkesiyle kıyaslayan adam samimi bir şaşkınlık içinde “Oldukça yoğun bir saatte metrodayım. Gürültü yok. Kadınları taciz eden erkekler yok. İdrar kokusu yok. Gençler yaşlılara yer veriyor. Bu harika. Her şeye rağmen bazıları yine de Türkiye’ye üçüncü dünya ülkesi diyecekler” diyor.
Sosyal medyada yorumlara bir göz atayım dedim…
Tahmin ettiğim gibi, bizimkiler toplanmışlar Fransız turisti Türkiye’nin yaşanmaz bir yer olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar.
Adam da şimdi “Ne mütevazılar” diye düşünüyordur. Bir bilse ki…