MEHMET FATİH KARA / Şanhay İş Birliği Örgütü Ve Türkiye’nin Köprü Diplomasisi


Geçtiğimiz hafta yapılan Şanhay İş birliği Örgütü‘nün 25. Devlet Başkanları Konseyi, Çin’in Tiencin şehrinde örgüt tarihinin en geniş katılımıyla gerçekleşti. İki gün süren toplantılara on üye ülke ile 14 “diyalog ortağı” ülke de katılım sağladı. Diyalog ortakları arasında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping‘in şeref konuğu olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve heyeti de zirvede yer aldı. Pek çok ikili görüşmenin, bölgesel ve küresel meselelerin masaya yatırıldığı zirve sonunda ise “Tiencin Deklarasyonu” ile 2035’e uzanan ŞİÖ Kalkınma Stratejisi kabul edildi. Deklarasyonla beraber ŞİÖ Uyuşturucuyla Mücadele Merkezi ve Güvenlik Tehditleri ve Zorluklarına Karışık Bütünleşik Yanıt Merkezi için anlaşmalar imzalandı ve başkanlık 2025–26 dönemi için Kırgızistan’a devredildi.
Bölgesel ve küresel açıdan önem taşıyan Tiencin’deki bu buluşma, şüphesiz Türkiye için de büyük bir önem taşıyor. Türkiye, bu zirvede başta Çin Devlet Başkanı Şi Cinping olmak üzere, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde ikili ilişkilerle beraber pek çok bölgesel meseleler üzerinde konuşma fırsatı yakalandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şi Cinping ile yaptığı görüşmede, Orta Koridor ile Kuşak-Yol’un uyumlaştırılması, ikili ticaretin dengeli ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması ve Çin yatırımları için eşgüdümün artırılması öne çıktı. Aynı gün başlayan ikili trafik, Putin, Aliyev, Paşinyan, Pezeşkiyan ve Şerif’le temaslar, Ankara’nın ŞİÖ platformunu Kafkasya, Ortadoğu ve Güney Asya dosyalarını paralel yürütmek için kullanma kapasitesini sergiledi. Görüşmelerde ikili iş birliklerinin yanında Gazze ve Ukrayna gibi global sorunlar da çokça yer buldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu görüşmelerde ve oturumlarda “terörle mücadeleye ayrılan kaynakları kalkınma ve yatırıma yöneltme” ve “Doğu-Batı ayrışması değil yeni köprüler” mesajları ise Türkiye’nin yumuşak güç ile jeoekonomiyi birleştiren köprü-ülke söylemini vurguladı. Şüphesiz Türkiye gibi girişimci ve insani dış politika ile diplomasi kanallarını aktif kullanan bir devlet için hem ikili ilişkilerini ilerletebilmesi hem de uluslararası sorunlara dikkat çeken bir ses olabilmesi adına ŞİÖ gibi uluslararası kuruluşlarda aktif rol oynaması büyük önem arz etmek ve fırsat penceresi sunmaktadır.
Zirvenin Türkiye ve dünya için önemini belirleyen bir başka konu ise örgütün uluslararası düzen karşısında kendini konumlandırışı. Zirvede çokça vurgusu yapılan “Şanhay Ruhu”, Devlet Başkanları’nın konuşmaları ve deklarasyona baktığımızda, örgüt kendisini bir “blok”tan veya bir güvenlik ittifak projesinden ziyade uluslararası sistemde alternatif bir normatif çerçeve sunan bir platform olarak yansıtmakta. Bu çerçevenin özünü ise çok-taraflı uluslararası düzen ve ŞİÖ’nun kuruluşundan beri referans verdiği Şanhay Ruhunun içeriğini oluşturan karşılıklı güven ve fayda, eşitlik, istişare, farklılıklara saygı ve ortak kalkınma temaları oluşturmakta. Bu noktada Tiencin Deklarasyonu, uluslararası sistemdeki tarihi dönüşümü işaret ederek dünyanın çok kutuplu bir yönde ilerlediğini ve bu ilerleyişin uluslararası sistemin daha adil ve temsile dayalı bir değişimi de beraberinde getirmesi gerektiğini vurguladı. BM’nin bu konuda merkezi rolü olduğunu, fakat bunu sağlaması için ciddi reformların yapılması gerektiğine değinen bildiri, şu an BM’nin uluslararası sorunlara çözüm üretemediğini ve üstü kapalı bir şekilde ABD’de Trump hükümetinin tarife politikalarının küresel ekonomiyi ve özellikle ŞİÖ bölgesini olumsuz etkilediğini belirtti. Bu söylemlerle beraber ŞİÖ, siyasal veya askeri bloklaşmadan ziyade ulaşım, ekonomik kalkınma ve enerji odaklı somut adımlar tercih etmekte. Zirvede 2026–2035 ŞİÖ Kalkınma Stratejisi kabul edilirken, Çin tarafı ŞİÖ Kalkınma Bankası önerisini, enerji iş birliği platformu kurulmasını ve çok yıllı kalkınma finansmanını gündeme taşıdı. Bölge genelinde yenilenebilir enerji yatırımlarını artırma ve enerji ticaretinde yuan kullanımını genişletme hedefi de özellikle Orta Asya projeleri üzerinden somutlaştırıldı. Bununla beraber ulaşımda ise Türkiye’nin de desteklediği Çin-Avrupa yük trenlerinin güney güzergâhının ilerletilmesi ve Orta Koridor–Kuşak-Yol eşgüdümü, tedarik zincirlerinde kesintisiz hat ve güvenliği sağlamayı amaçlayan ekonomi odaklı bir çerçeve sunuyor.
Fakat ŞİÖ’nün uluslararası sistemdeki önemini ve etki kapasitesini anlamak için yukarıda bahsi geçen iş birliği, barış ve kalkınma temalı söylev ve projelerle beraber ŞİÖ’nün eksikliklerine ve iç dinamiklerine de değinilmesi gerekmekte. Öncelikle Şanhay 5’lisi olarak başlayan örgüt günümüzde etki alanını genişletmek adına Hindistan, Pakistan ve İran gibi ülkeleri de üye olarak bünyesine eklemiş ve 14 ülkeyi diyalog partneri olarak dâhil etmiş olması ŞİÖ’nün etki alanını genişletmekle beraber kapasitesini sınırlayan bir unsur olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Her ne kadar kurumsal tasarımını bir blok veya ittifak olarak tanımlamasa da bu unsur platformun “en küçük ortak payda”ya dayalı bir eşgüdüm platformu olmasına sebebiyet vermekte. Bu sebeple örgüt sert güvenlikte ortak pozisyon üretmekten çok esnek koordinasyon ve işlevsel modüllerle ilerleyebiliyor. Bu tercih Çin–Hindistan sınır gerilimi, Hindistan–Pakistan rekabeti, Rusya–Ukrayna savaşı, Kafkasya dosyası gibi üyeler arası çatışma konularında iç ayrışmaların ortak tutumu daraltmasıyla birleşince, örgütü “sorun çözücü”den ziyade pozisyon çerçevesine yaklaştırıyor. Nitekim 25. zirvede kabul edilen Tiencin Deklarasyonu ve 2026–2035 Kalkınma Stratejisi bahsi geçen global sorunlara çözüm bulmaktan çok yumuşak güvenlik ve ekonomik başlıklarda kurumsal kapasiteyi artıran modüller niteliğindedir. Buna karşılık, normatif kapasite alanında söylem ve uygulama makası kapanmıyor.
Gazze gibi dosyalarda kolektif ve çözüm odaklı bir iradenin sınırlı kalması, “çok-kutupluluk” ve “adil temsil” vurgularının somut kriz yönetimine tercümesinde boşluk olduğunu gösteriyor. Nitekim diyalog ortağı sıfatıyla zirvede bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuya verdiği önem ve konuşmasında yaptığı vurgu ile kıyaslanınca birçok liderin konuşmasında dipnot düzeyinde bir vurgu olarak kalmakta.
Son olarak, zirvede hemen her aktör çok-kutupluluğu desteklerken bunu kendi stratejik önceliklerinin merkezine alarak yapmakta. Çin’in bölgede ekonomi temelli adımlarla kendi ekonomisini genişletmeye odaklanması, Rusya’nın özellikle Ukrayna savaşı sonrası güvenlik ve askeri destek odaklı ilişkiler kurmaya çalışması, Hindistan’ın ABD tarifelerindeki artış nedeniyle ekonomik çözümü ŞİÖ’de araması veya bazı ülkelerin yapılanmayı alternatif bir platform üretme yerine Batı karşıtlığı üzerinden söylem geliştirmesi gibi “kendine-merkezli çok-kutupluluk” eğilimi, literatürde “kurum çoğulluğunda fırsat seçimi” diye tartışılan pratikle örtüşüyor ve ortak politika üretiminin alanını daraltıyor. Kısacası, ŞİÖ bugün daha çok jeoekonomi ve yumuşak güvenlik ekseninde somutlaşan, sınırlı bağlayıcılığa sahip bir koordinasyon zemini sunuyor.
Buna karşılık Türkiye’nin ŞİÖ içindeki pozisyonu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleri bu noktada dikkat çekici. Ankara, ŞİÖ’yü bir “blok” tercihi değil, tamamlayıcı bir platform olarak okumakta ve temelde NATO ve AB’yle bağları koparmadan Asya’yla çok eksenli angajmanı derinleştirmeyi hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz, dünyaya yalnızca Doğu-Batı ekseninde bakmıyoruz. Ufku soğuk savaş ayazında buz tutmuş bir ülke değiliz. Doğu ile Batı arasında ayrışmanın değil, yeni köprüler kurmanın gerekli olduğunu devamlı söylüyoruz.” sözleri, global problemleri tanıyan, BM’nin reform ihtiyacını vurgulayan fakat aynı zamanda bu problemlerin Doğu-Batı ayrımının artması veya çok-kutuplu dünyanın iki blok temelli şekillenmesiyle değil, ancak Doğu ve Batı arasında köprüler kurarak çözülebileceğini savunmaktadır.
Nitekim yukarıda bahsi geçen iç çatışma konularıyla beraber Doğu-Batı ekseni arasında da ABD-Çin ekonomi savaşı, Rusya-Ukrayna savaşı, Tayvan, Kuzey Kore-Japonya arasında artan gerilim gibi sıkıntılar, uluslararası düzeydeki sorunları çözmek ve dünyaya barış ve huzur iklimini getirmenin önündeki en büyük engelleri oluşturmakta. İkili ilişkilerde pek çok çatışmanın olduğu ve bloklaşan çok-kutuplu bir uluslararası düzenin büyük küresel sıkıntılara evrilebileceğini öngören Türkiye ise bu noktada çözümün ikili ilişkilerde arabuluculuk ve Doğu-Batı arasında köprüler kurulmasından geçtiğini bilerek hareket etmektedir. Bu çerçevede ŞİÖ platformunda Türkiye’nin “girişimci ve insani dış politika” anlayışı bir yandan Orta Koridor–Kuşak-Yol uyumu, lojistik-finans eşgüdümü ve enerji yatırımlarıyla jeoekonomik tabanı güçlendirirken diğer yandan Gazze, Ukrayna, Suriye ve Güney Kafkasya gibi dosyalarda insani diplomasi ve arabuluculuk kapasitesiyle örgütün normatif açığını kapatma iddiası dikkat edilmesi gerekilen bir husustur.