YAZARLAR

MAHMUT ÖVÜR / Ziya Gökalp ve Kürtler

Şu sıralarda yoğun bir üst kimlik, alt kimlik veya “millet” tanımı tartışması sürüyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ezber bozan 22 Ekim 2024 tarihli çıkışıyla başlayan bu tartışma aslında yeni değil. Bu mesele yaklaşık 100-150 yıldır Türk aydınlarının ve Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yer alan bütün farklı halkların gündemindeydi. Sadece bize ait bir tartışma da değil, İngiltere‘den İspanya ve Rusya’ya kadar birçok imparatorluk geçmişi olan ülkede de hâlâ bu tartışma bitmiş değil. Ama bu çağa uygun yeni birliktelik arayışları da sürüyor.
Terörsüz Türkiye süreci başlatıldığında MHP Lideri Bahçeli üst üste bu meseleleri ele alan çok önemli konuşmalar yaptı. O konuşmalardan birini de Ziya Gökalp Sempozyumu‘nda yapmış ve Gökalp’in millet tanımına dikkat çekmişti.
Bir süre önce de sevgili Muhsin Kızılkaya, Ziya Gökalp ve Abdullah Cevdet‘le ilgili, “İki Jöntürk, İkisi de Kürt” başlıklı bir yazı yazmıştı. Sonradan rotasından çıkartılsa da cumhuriyetin fikir babaları arasında yer alan bu iki Kürt/Türk aydınının söyledikleri hâlâ dikkate değer ki tartışılıyor ve bugünlere de ışık tutuyor. Kızılkaya, Gökalp’in millet tanımına özellikle dikkat çekiyor:
“Ben kendimi Türk sayarım; çünkü kişinin milliyetini tayin eden ırki menşei değil, terbiye ve duygularıdır.”
Bu tanım bugünün aşırı uçlara savrulan milliyetçilerini ne kadar tatmin eder bilinmez ama Kızılkaya’nın Tarık Çelenk’le yaptığı bir söyleşide söyledikleri ilginç bir ironi olsa gerek:
“Kürtçülük fikri İstanbul’da, Türkçülük fikri ise Diyarbakır’da ortaya çıkmıştır. Ziya Gökalp, Malta sürgününden döndükten sonra Diyarbakır’a gitmiş, orada Küçük Mecmua dergisini çıkarmış. Türkçülük fikri, Küçük Mecmua dergisiyle biçimlendi. Küçük Mecmua o günün fikir dünyasında olağanüstü bir patlama yapıyor. Bunun üzerine Atatürk, Ankara’ya çağırıyor ve Talim Terbiye’nin başına koyuyor.”
Bugün bu iç içe geçmişlik çok daha derinleşmiş ve ayrılmaz bir noktaya gelmiş durumda. Ortak değerler, ayrılıklardan çok daha fazla… Bu gerçekleri biliyor olmak, belki bugün farklılıkları yok saymadan “millet” olmayı biraz olsun kolaylaştırır.

***

ORDA BİR GAZİANTEPLİ GARO VAR!
Siyasi arenada etnik tartışmalar tansiyonu yükseltse de o etnik farklılık ve çeşitlilikler aslında hayatın içine bambaşka bir renk katıyor. Bir süre önce Fikret Güneş dostumuzla ailece Bodrum’da bir araya gelmiştik. ABD’den gelen misafirleri de vardı, Garo ve Rosine Bakklayan çifti. İngilizce zar zor anlaşırız diye beklerken, Bakklayan çifti bizden daha iyi Türkçe konuşmaya başlayınca şaşırmadık desem yalan olur. Hele tipik Gaziantep şivesiyle konuşmaları muhteşemdi. Birinin dedesi Kayseri’den, diğerinin Gaziantep’ten Lübnan’a gitmiş Ermeni ailelerin çocuklarıydı. Lübnan’da doğmuşlardı ama aile içinde Türkçe konuşulduğu için ikisi de iyi Türkçe biliyordu. Ama daha ilginci uzun yıllardır ABD’de yaşamalarına rağmen Türkçe konuşmaktan vazgeçmemeleriydi.
Garo, bir göçmen olarak ABD’ye gidiş hikâyesini Cem Yılmaz‘a taş çıkartır bir mizahi dille anlatıyor, konuşmasını bizden deyimler ve atasözleriyle zenginleştiriyordu. Araya da günümüz Türkiye’sindeki gelişmeleri eklemeyi ihmal etmiyordu. Çünkü karı koca Bakklayan çifti aynı zamanda iyi bir Türk TV ve dizisi izleyicisiydi. Miami’de çok rahat bir hayat sürmelerine rağmen akıllarının bir yerinde hâlâ dedelerinin yaşadığı topraklara, insan ilişkilerine duyulan özlem vardı. Ortak anlaştıkları dil vardı.
Sık sık ulusal veya uluslararası sorunların çözümü için de kendi yaşadığı sıkıntılara bulduğu formülü öneriyordu:
“Onu bırak on bire bak…”
Açıkça “Sorunlara takılıp kalma, geleceğe bak” diyordu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu