YAZARLAR

MAHMUT ÖVÜR / Onurlu bir çıkış yolu mu ‘kanton’ mu?

Sanki tarih bir kez daha tekerrür ediyor gibi… Çok değil 10 yıl önce topluma umut veren “Çözüm Süreci”, “sosyalist” Kandil, YPG ve HDP zihniyetinin ABD destekli Suriye’de “kanton devrimi” hayaline kapılmasıyla heba edildi ve bu ülke büyük bedeller ödedi. Hendek tuzağıyla onlarca şehit verildi, ülke ekonomisi de toplum psikolojisi de büyük zarar gördü.
Bu kara tablodan devleti yöneten AK Parti ve ortağı MHP büyük ders çıkardı ki, 10 yıl sonra sadece içeride değil, Irak ve Suriye’de de en güçlü olduğu bir zamanda bir daha ölümler olmasın diye “Terörsüz Türkiye” projesini devreye soktu ve “onurlu bir çıkış yolu” önerdi. Milliyetçiliğin merkez partisi MHP lideri, gövdesini taşına altına koydu ve o tarihi çağrı yaptı.
Ama buna karşı ne yazık ki bu kara tablodan, bırakın ana muhalefet partisi CHP’yi, siyaseten CHP’nin ikizi olan ve “celladına âşık” diye bizzat CHP tarafından suçlanan PKK ile siyasi ayağı DEM Parti çevresi ise bir ders çıkarmadığı gibi hâlâ “sosyalist devrim” hayaliyle tarihin yanlış tarafında duruyor ve bir kez daha tekerrür etmesinin önünü açıyordu.

İSRAİL’E YANAŞAN SDG
Oysa önlerinde Suriye’yi diğer halklarla birlikte yönetme şansı var ve küresel konjonktür de buna çok uygun. Rusya ve İran etkisinin azaldığı, düne kadar maaş veren, silahlandıran ABD’nin bile “mecburen” istikrarlı bir Suriye istediği bir dönemde, yüzünü Türkiye’ye değil siyonist İsrail’e dönmek tarihin akışına ters düşmekten başka bir şey değil.
Üstelik bölge de dünya da yeni bir dönüşümün eşiğindeyken ve dünyanın merkezinin Doğu‘ya kaydığı, Türkiye’nin de merkez ülke olduğu bir dönemde.
Bu yüzden Başkan Erdoğan, “terörsüz bölge” tezinde ısrar ediyor ve Türk, Kürt ve Arap birlikteliğine vurgu yapıyordu. Aynı ısrarı 10 Mart Mutabakatı’na uyulması konusunda da yapıyor ve SDG yönetimini uyarıyordu:
“10 Mart Mutabakatı’nın altında imzası olanlar tarafından ahde vefa ilkesi gereğince hayata geçirilmesi önemli bir düğümü çözecektir. Türkler, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Nusayriler omuz omuza verecek, Suriye’yi birlikte ayağa kaldıracak, birlikte imar ve inşa edeceğiz.”
İşin garip tarafı Kandil, DEM Parti ya da SDG dâhil hiçbiri Suriye’deki köklü değişimi görmüyor ya da görmek istemiyordu. Böyle giderse bu körlükleri ve dirençleri Kürtlere de bölgeye de büyük zarar verecek.

HEBA EDİLMEMELİ
Türkiye’den yükselen uyarıları duymadıkları gibi Amerikalıların söylediklerine de kulakları tıkalı. Türkiye Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye temsilcisi Tom Barrack, zaman zaman gelgitler yaşasa da şu söylemi hiç değişmedi:
“Aynı şeyi Suriye’de de yaptık. Yani SDG bir tür YPG ya da PKK, bırakalım birbirleriyle baş etsinler. Özerk olabilirler. Kendi kültürleri var, kendi dilleri olabilir, kendi okulları olabilir, hatta kendi yerel orduları bile olabilir. Sorun şu ki bu durum, Yugoslavya’da olduğu gibi Balkan’laşıyor. Orada da aynı şeyi yaptık. ‘Yani tek bir federal model üzerinde anlaşamıyoruz, o hâlde yediye bölelim.’ Bu da yaklaşık bir nanosaniye sürüyor ve birbirleriyle savaşmaya başlıyorlar. Irak’ta olan buydu.”
PKK çevresinin ilgiyle izlediği ve ABD’nin nabzını tutmasıyla bilinen gazeteci Amberin Zaman da benzer bir uyarı yapıyor: “Şunu iyi anlamamız lazım. Artık Amerika’nın ve diğer dış dünyanın işbirliği arayacağı, meşru saydığı yeni bir yapı, bir hükümet var Şam’da. Ve o ilişki en önde tutulan ve öncelenen bir ilişki artık.”
İşin sırrı siyasete inanmakta ve samimiyette… Eğer gerçek bir kardeşlikten, birlikte yaşamaktan söz ediliyorsa 100 yıl önce yaşanan güvensizliğe değil, bin yıl önce kurulan Türk-Kürt ittifakına güvenilmeli ve ona yakışan bir siyaset yürütülmeli.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu