MAHMUT ÖVÜR / Komisyona Rojava engeli


Başkan Erdoğan, Trump ve önemli İslam ülkelerinin aynı masada buluşması, ardından iki liderin baş başa Washington’da görüşmeleri, Gazze ve Suriye‘de yeni bir dönemin başlayacağı umudu verdi.
O umudun hayata yansıması için de Trump‘ın Siyonist Netanyahu’yu dizginlemesi gerekiyor. Eğer bu başarılır ve 21 maddelik Gazze Planı hayata geçerse, İsrail kışkırtmasıyla zora giren Suriye merkezi hükümeti ile YPG görüşmelerinin de önü açılır.
Bu fotoğraf Gazze meselesi ile Suriye’deki YPG ve “terörsüz Türkiye” meselesinin nasıl iç içe geçtiğini de gösteriyor. Bu nedenle “terörsüz Türkiye” sadece bir iç siyasi mesele değil, bölgesel bir mesele ve Başkan Erdoğan‘ın altını çizdiği gibi başta Türk-Kürt-Arap olmak üzere bütün bölge halklarını ilgilendiriyor.
Sürece kerhen destek veren veya karşı çıkan aşırı milliyetçiler bir yana, başta DEM Parti içindeki bazı siyasi aktörler ve “fırsatçı” Kürt milliyetçi çevreler, bir süredir İsrail’in kışkırtmasıyla ısrarla içerideki barış süreci ile Suriye’deki YPG meselesinin ayrı tutulmasını istiyor.
Oysa Öcalan‘ın 27 Şubat açıklaması ve onu netleştirmeye çalışan rahmetli Sırrı Süreyya Önder‘in “PKK ve ilgili bütün yapılar silah bırakacak” sözleri çok açıktı. Türkiye’de DEM Parti nasıl bir siyaset izleyecekse aynı şeyi PYD‘de de Suriye’de yapacaktı.
Çünkü Suriye’nin Arap, Kürt, Nusayri ve Dürzi birlikteliğine ihtiyacı vardı. Suriyeli Kürtler merkezi yönetimin parçası olarak ayrılığın değil, bütünleşmenin ve yeni bir sentezin öncüsü olmalı.
Aksi bir durumun nasıl bir fotoğraf ortaya çıkaracağı 2014 sonrası Rojava’daki “kanton devrimi” uğruna heba edilen “Çözüm Süreci”nde görüldü. O süreçte bu ülkenin Türkleri de Kürtleri de ağır bedeller ödedi. Ne uğruna? ABD emperyalizminin desteği uğruna. Peki değdi mi? Değmediğini o günün siyasi aktörleri çok iyi biliyor.
Çünkü artık temelleri Türkiye’de atılan güçlü bir Türk-Kürt birlikteliği var.
Bir süre önce Meclis‘teki komisyonda görüşleri dinlenen ve daha çok Kürt toplumuyla ilgili araştırmalarıyla bilinen Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, “Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor” diyor ve şöyle devam ediyordu:
“Bugün içinde olduğumuz sürece sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerekir. Kürt sosyolojisi artık yerleşik, şehirli, daha eğitimli ve Türkiye ile daha entegre. Kürtler hem Türkiyelileşiyor hem de Kürtlük bilinci artıyor. Bu ilk başta paradoks gibi görünse de aslında bu bir sentez. Türk ve Türkiyelilik tartışması bile bir ayrışma talebi değil, aksine Kürtler Türkiye’nin kimliğinin bir parçası olmaya çalışıyor.”
Bu gerçek ortada dururken, komisyonun çalışmalarını PYD-YPG üzerinden kilitlemeye çalışmak sadece bölgeyi etnik çatışmalar cehennemine çevirmek isteyen Siyonist-emperyalistlerin işine gelir. Aslında bu konuda konuşması istenen “kurucu önder” Öcalan tavrını çok net koymuştu:
“Hâlâ silah, silah diye zırvalıyorlar. Yüzde 90 hallettik. Bunlar alçaklar, şerefsizler, şehvet düşkünü. Mezarımızı kazıp bizi öldürüp gömmek mi istiyorlar? Daha ağır şeyler söyleyeceğim ama… Bunlar savaş istiyorlar. Gazze’yi siz beslediniz, tahrik ettiniz. İsrail’i ise teşvik ettiniz. Hızla bizi buraya sürüklemek istiyorlar. Ben barış istiyorum.”
İşin garip tarafı bu açıklamaları sadece Mazlum Abdi veya YPG’liler değil, DEM Parti içinde de duymazdan gelenler var. Bütün bu gariplikleri gidermek için belki bir kez daha Öcalan devreye girmeli.
Bu arada Meclis Komisyonu da elini çabuk tutmalı ve siyasetin önünü açacak yasal düzenlemeleri yapmalı.
Buna Türkiye’nin de bölgenin de ihtiyacı var.