M. ERKUT AYVAZ / Almanya’da Kurulacak Yeni Koalisyon Hükûmetini Ne Bekliyor?


Almanya’da Federal Meclis erken seçimlerinin üzerinden iki ay geride kalmıştır. Gelinen aşamada, büyük bir farkla olmasa da seçimi önde tamamlayan Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ve seçimde ciddi bir kayıp yaşayan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) arasında bir koalisyonun kurulması beklenmektedir. Şansölye Olaf Scholz (SPD) Mayıs ayının ilk günlerinde kurulması muhtemel yeni koalisyonda yer almayacağını peşinen açıklamıştı. Diğer yandan partisinin eş genel başkanlarının CDU/CSU ile yapılan koalisyon görüşmelerini yürüttüğüne şahit olunmuştur. Olumsuz seçim sonuçlarında iki eş genel başkanın da sorumluluğunun olduğunu belirtenler olsa da şimdilik bu yöndeki bir revizyon önümüzdeki aylarda gerçekleştirilecek kongreye kadar ertelenmiştir.
Diğer yandan koalisyon görüşmelerinde SPD’nin, CDU/CSU’ya kıyasla daha fazla tavizler elde edebildiği de kamuoyunda sıklıkla ileri sürülmüştür. Tarihinin en büyük seçim mağlubiyetini yaşamış olan SPD’nin, buna rağmen, CDU Genel Başkanı Friedrich Merz‘in bir nevi mutlaka Şansölye olma hedefi sebebiyle koalisyon pazarlıklarında daha avantajlı bir konumda olduğu yorumları yapılmıştır. 9 Nisan 2025 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan 144 sayfa kapsamındaki koalisyon anlaşmasında ise SPD’nin de bazı alanlarda önemli tavizler verdiği gözlenmiştir. Özellikle göç ve sosyal politika gibi hususlarda, CDU/CSU’nun seçim sürecinde dillendirdiği daha sertlik yanlısı pozisyon ve vaatleri kadar olmasa da SPD’nin pozisyonundan ayrışan örneğin göç konusundaki yaklaşımların koalisyon anlaşmasında yer bulduğu söylenebilir.
Yeni Federal Hükûmete Giden Yol
Genel olarak koalisyon görüşmeleri süresince içeriklere dair kamuoyuna ve basına detaylar sızdırılmamıştır. Bu tutum muhtemel koalisyon ortaklarının geçmiş koalisyon tecrübelerine kıyasla daha güven odaklı bir yaklaşımı benimseme isteği olarak değerlendirilmiştir.
Koalisyon anlaşmasının kamuoyu ile paylaşılmasının ardından 2021’deki bir önceki koalisyon sürecinde olduğu gibi, SPD’nin koalisyon anlaşmasını parti üyelerine onaylatması aşamasına geçilmiştir. Bu çerçevede 29 Nisan tarihine kadar tüm SPD’li üyelerin anlaşmayı oylamalarına imkân sağlanmaktadır. CDU’nun ise 28 Nisan’da gerçekleştirilecek olan sınırlı çerçevedeki bir kongrede koalisyon anlaşmasını oylaması planlanmaktadır. Kardeş parti CSU’da ise parti yönetimi tarafından anlaşma şimdiden onaylanmıştır. Bu süreçlerin partilerin beklentileri doğrultusunda ve kuvvetle muhtemel olumlu sonuçlanmasının ardından, 6 Mayıs’ta Friedrich Merz’in (CDU), CDU/CSU ve SPD’li Federal Milletvekilleri tarafından Federal Meclis’te Almanya’nın yeni Federal Şansölyesi olarak seçilmesi planlanmaktadır. Sonrasında Merz liderliğindeki yeni federal kabinede yer alacak bakanların isimlerinin kamuoyuna açıklanması beklenmektedir.
Koalisyon anlaşması çerçevesinde CDU’nun 6, kardeş parti CSU’nun 3 ve SPD’nin de 7 bakanlığı alacağı açıklanırken, özellikle burada da SPD’nin seçimlerdeki başarısızlığına rağmen önemli bir kazanım elde ettiği ileri sürülmüştür. Diğer yandan CDU ise bu durumu bazı kritik bakanlıkları da alabildiğine işaret ederek gerekçelendirmiştir. Örneğin altmış yıldır ilk kez Dışişleri Bakanlığını alacak olan CDU, bu hamlenin önemine işaret etmektedir. Böylelikle hem Merz liderliğindeki Şansölyelik makamı hem de yine CDU’lu bir ismin bakanlığında bulunacak olan Alman Dışişleri Bakanlığı arasında daha uyumlu bir sürecin hedeflendiği tahmin edilebilir. Hatırlanacağı üzere bir önceki üçlü koalisyon döneminde (2021-2024) Yeşiller’de bulunan Dışişleri Bakanlığı ile SPD’li Şansölyelik makamı arasında zaman zaman görüş ayrılıkları olmuş, bu yaklaşım Alman dış politikasındaki inandırıcılık sorununu daha da olumsuz bir seviyeye taşımıştır. Yeni döneme ilişkin CDU’nun bu yöndeki muhtemel ısrar ve adımını ise özellikle mevcut uluslararası gelişmeler ve krizlerden bağımsız da düşünmemek gerekmektedir. Başta geçmiş CDU/CSU-SPD (büyük) koalisyon tecrübelerinden farklı olarak ilk kez koalisyonun küçük olarak nitelendirilen ortağına bırakılmayan Dışişleri Bakanlığının hangi isim tarafından yönetileceği ise şimdilik kamuoyuna açıklanmamıştır. Ancak bir önceki üçlü koalisyon döneminde bakanlığı almış olan Yeşiller ve Dışişleri Bakanı Baerbock çizgisinden farklılaşma hedeflerinin olduğu söylenebilir.
Koalisyon Anlaşmasının Söyledikleri ve Söylemedikleri
Koalisyon anlaşmasında genel olarak vatandaşlara ve özellikle enerji alanında krizlerle karşı karşıya olan Alman şirketlere yönelik bazı hafifletici adımların atılması hedefleri öne çıkmaktadır. Nasıl finanse edileceği sorusuna dair ise kamuoyunda eleştiriler söz konusudur. Ayrıca mevcut sosyal politikalarda CDU/CSU’nun da ısrarı ile birlikte bir değişimin hedeflendiği, yine benzer şekilde göç alanında –nasıl uygulanacağı ve hukukî çerçevesi belirsizliğini korusa da– daha sertlik yanlısı politika hedeflerinin tercih edileceği belirtilmektedir. SPD’nin ise örneğin Vatandaşlık Yasası’nda yapılan reformun genel olarak devam etmesine ilişkin CDU/CSU’dan tavizler elde edebildiği ileri sürülürken, yeni koalisyonun güvenlik ve savunma alanlarında ise önemli adımları hayata geçirmek istediği özellikle belirtilmelidir. Örneğin bir “Ulusal Güvenlik Konseyi”nin oluşturulması ve böylelikle güvenlik alanındaki koordinasyonun güçlendirilmesi hedefi bilhassa dikkat çekmektedir. Savunma alanında da daha fazla yatırım yapılması noktasında hedefler zaten bilinmektedir. Nitekim bu yönde henüz yeni koalisyon kurulmadan eski meclis dağılımından da faydalanılarak önemli bir anayasa değişikliği hayata geçirilmiş ve Almanya’da geçerli olan “borç freni”nin önümüzdeki süreçte hem savunma hem de altyapı yatırımlarına ilişkin ciddi anlamda esnetilmesi kararlaştırılmıştır.
Koalisyon anlaşmasında dış politika alanına ilişkin ise mevcut krizlerin getirdiği ve getireceği muhtemel gelişmelere yönelik ise tam anlamıyla bir değişim gözlenmemektedir. Her ne kadar bazı AB odaklı girişim ve hedeflere işaret edilse de ki bu hususlar özellikle güvenlik kabiliyetinin artırılması ve daha bağımsızlık odaklı bir çerçevede öne çıksa da örneğin yeni dönemde ABD ile ilişkilerin geleceğine dair somut hedeflerden kaçınılmıştır. Koalisyon anlaşmasında yer alan çeşitli dış politika hususları önceki hükûmetlerin koalisyon anlaşmalarındakine benzer yaklaşımlar olarak dikkat çekmiştir. Bu hususun Donald Trump gerçeğine rağmen sürdürülmesi eleştirilere de muhatap olmaktadır. Yine benzer şekilde Ukrayna’ya yapılan desteğin devam edeceği üzerinde durulurken daha somut bir çerçeveden kaçınılmıştır. Son olarak Taurus seyir füzelerinin önceki hükûmet döneminde Ukrayna’ya gönderilmeyişine rağmen yeni hükûmete liderlik edecek olan CDU lideri Merz’in bu konuda SPD’nin direncini nasıl aşacağı sorusu da henüz hükûmet kurulmadan dahi Alman siyaset ve kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştır.
Türk-Alman ikili ilişkilerine de anlaşmada yer verilirken Türkiye’nin NATO kapsamındaki “önemli stratejik ortak” olduğu hususuna işaret edilmiş ve genel olarak iş birliği isteği vurgulanmıştır. Muhtemel yeni Şansölye Merz (CDU) döneminde de çeşitli ve hatta kritik alanlardaki görüş ayrılıklarına rağmen, ikili ilişkilerin özellikle mevcut küresel gelişmeler ışığında ve devamlılık mahiyetinde sürmesi muhtemeldir.
Sonuç olarak göreve gelmesi beklenen yeni federal hükûmetin hem iç hem de dış politikada bazı değişiklikleri öne çıkarması beklenirken özellikle dış politikada şimdilik keskin bir değişimden ziyade bilhassa savunma alanında Alman ordusunun güçlendirilmesine ağırlık verilmesi beklenmektedir. Diğer alanlarda ise devamlılık yanlısı bir çizginin benimsenmesi muhtemeldir. Özellikle Şansölyelik makamı ve Dışişleri Bakanlığının altmış yıl sonra ilk kez CDU’da bulunacak olması dış politikada geçmiş dönemlere kıyasla daha az görüş ayrılıklarının öne çıktığı bir süreci de beraberinde getirebilir. Koalisyon anlaşmasında “Almanya için sorumluluk” başlığının kullanılması da CDU/CSU-SPD ortaklığının her iki taraf için de ideal bir birliktelik olmadığı, bir mecburiyet intibaını pekiştirmektedir. Bu söylemle birlikte özellikle aşırı sağcıların güçlenmeyi sürdürdüğü mevcut konjonktürdeki zorunluklara da işaret edilmektedir. Ancak tercih edilen bu başlık ve söylemin tam anlamıyla uygunluğu da tartışmalıdır. Zira göreve gelen her hükûmetten de zaten sorumluluk içerisinde hareket etmesi beklendiği gerçeği bir yana, bu tür bir uzlaşı başlığının kamuoyunda gerekli heyecana sebebiyet vermediği de belirtilmelidir.