KEREM ALKİN / ‘Tahvil’ kozu ‘nükleer seçenek’ mi?


Haklı olarak diyebilirsiniz ki, ekonomi alanında bir konuyu işlerken ‘nükleer seçenek’ lafı nereden çıktı? Bilhassa, Soğuk Savaş döneminden günümüze, kutuplar ve ülkeler arası gerginliklerde, elinde nükleer başlık olan ülkeler arasında ‘nükleer seçenek’ (nuclear option) terimi, her şeyin göze alındığı bir kararlılıkla gerginlik siyasetinin yönetildiği anlamını taşıyor. Ekonomi terminolojisinde alışılmadık bir kavram olmakla birlikte, anlamı itibariyle bir ülkenin bir başka ülkeye yapacağı bir ekonomik hamlede, aşırı sonuçlar doğurabilecek, yüksek riskli ve genellikle son çare olarak düşünülen bir hamle anlamında kullanılmakta. Küresel ticaret savaşlarında Japonya veya Çin‘in ellerindeki ABD tahvillerini koz olarak kullanmaya kalkmaları halinde, çift taraflı zarar potansiyeli taşıyan bir süreç yaşanabileceğini izah etmek için bu terim kullanılıyor.
Uzunca bir zamandır, Japonya ve Çin ABD aleyhine elde ettikleri dış ticaret fazlası ile ABD tahvilleri alarak, ABD’nin dış ticaret açığını finanse etmek için gerçekleştirdiği borçlanmaya talip olarak ilginç bir karşılıklı bağımlılık oluşturmuş durumdalar. Bu nedenle, Japonya ve Çin’in ticaret müzakerelerinde ‘elimizdeki ABD tahvillerini satabiliriz’ yönündeki olası tehditleri uluslararası ekonomi çevrelerinde adeta bir ‘nükleer seçenek’ olarak değerlendirilmekte. Bunun üç temel nedeni söz konusu. İlki ABD’de faizlerin yükselmesi, dolayısıyla borçlanma maliyetlerinin artması. İkincisi, doların zayıflaması ve küresel piyasalarda oynaklığın artması. Üçüncüsü ise, ABD tahvillerinin değerinin düşmesi, dolayısıyla tahvil satışı yapan ülkenin kendi rezervlerinde de değer kaybı anlamına gelmekte.
Bu nedenle, tahvilleri bir anda satmak, saldırgan bir hamle gibi gözükse de, ‘karşılıklı tahribat’ (mutually assured destruction) potansiyeli taşıması itibariyle ‘nükleer seçenek’ olarak tanımlanmakta. Japonya ve Çin’in böyle bir hamle yapabilecekleri olasılığı, dünyada en fazla elinde ABD tahvili bulunduran iki ülke olmalarından kaynaklanıyor. Japonya’nın hali hazırda 1 trilyon 126 milyar dolarlık tahvili var. Çin’in ise 785 milyar dolar civarında. Oysa, Çin 2013 yılında 1,3 trilyon dolarlık stokla en çok ABD tahvili barındıran ülke idi. Bununla birlikte, ABD ile Çin arasında son 10 yılda artan ekonomik, ticari, siyasi ve askeri gerginlikler, Çin’i ABD tahvillerinin bir kısmını satmaya, anlamlı bir bölümünü de altın rezervine dönüştürmeye yönlendirdi. Birleşik Krallık, bu aralar zor günlerden geçen Anglo-Sakson kardeşliği doğrultusunda 750 milyar dolar ABD tahvili stoku ile üçüncü sırada yer alırken, Kayman Adaları gibi bir vergi (kaçırma) cennetinin 418 milyar dolar ile dördüncü sırada olması elbette şaşırtıcı değil.
Uluslararası finans kurumlarının ekonomistleri, ‘tahvil satışı tehdidi’nin 2018-2020 dönemindeki ABD-Çin ticaret savaşları sırasında bir söylem olarak öne çıktığını; Çin’in tahvil satışı kozunu sadece ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir sinyal olarak da gündeme getirdiğini ifade ediyorlar. Gözler bir yandan da Cenevre’deki ABD-Çin ticaret müzakerelerinde. Japonya ve Çin, bu tür bir yüklü ABD tahvili satışı ile, uluslararası finans sisteminde doların hâkimiyetine olan güveni sarsabilir. Ancak, iki ülkenin de halen dolar bazlı bu sistemin bir parçası olduğu dikkate alındığında, ellerindeki ABD tahvillerinin bu derece ağrı bir değer kaybı yaşaması, aynı zamanda kendi ayaklarına kurşun sıkma anlamına da gelecek. Ortada bir de Çin’in nadir toprak elementlerini ihraç etmeme kartı ile, ABD’nin dolar bazlı Swift ödeme sisteminden İran veya Rusya’yı çıkarması gibi hususlar da var. Umarız, ticaret savaşları ülkelerin aşırı hamleler yapmaya teşebbüs edecekleri bir noktaya evrilmez.