YAZARLAR

KEREM ALKİN / Jeopolitik Türbülans ve Ekonominin Güvenliği

G20’nin üç süper güç tarafından lider düzeyinde temsil edilmediği bir zirve, küresel liderlik vektörünün kaydığı yeni çağın adeta sembolü niteliğinde. Çok kutupluluk giderek ‘dağınık kutupluluk’ boyutuna evrilirken, küresel koordinasyonun omurgasını oluşturan mekanizmaların etkisi zayıflıyor. Dünya, güç merkezlerinin çoğaldığı ama bu merkezler arasında ortak bir yön duygusunun ortadan kalktığı, ittifakların esnediği, risklerin yayıldığı bir döneme girmiş durumda. Böyle bir ortamda ekonomik güvenlik, devletlerin merkezindeki en stratejik dosyaya dönüşmüş durumda. Her ülke, küresel türbülansın ortasında kendi ekonomik savunma hattını, 20. Yüzyıl’ın Soğuk Savaş kurgusundan daha çetrefilli bir dozda yeniden tahkim etmek zorunda.
Bu yeni dönemin en çarpıcı göstergelerinden biri, şüphesiz küresel tedarik zincirlerindeki kırılganlık. Çin ve Japonya arasında tırmanan Tayvan gerilimi, yüksek teknolojili üretimin kalbini tehdit eden bir jeopolitik fay hattına dönüşmüş durumda. Dünyadaki ileri düzey çiplerin yaklaşık yüzde 65‘inin Tayvan’da üretildiği gerçeği, tek bir kriz anında otomotivden savunma sanayisine, dijital altyapılardan enerji teknolojilerine uzanan geniş bir alanda küresel üretim çarklarının durma riskini barındırıyor. Bugün kimse, tedarik zincirinin sadece ekonomik bir dosya olmadığını; doğrudan ulusal güvenlik, hatta devlet kapasitesi meselesi olduğunu inkar edemez.
Enerji güvenliği de benzer şekilde, 21. Yüzyıl’ın en kritik meydan okumalarından biri olarak öne çıkıyor. Rusya–Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa’nın yaşadığı enerji şoku, devletlerin dışa bağımlılığının ekonomik kırılganlık yaratmakla kalmadığını; sosyal istikrarı ve siyasi meşruiyeti dahi etkilediğini gösterdi. Bu nedenle enerji arzını çeşitlendirmek, yenilenebilir kaynaklara yönelmek ve kritik altyapıları korumak artık her ülkenin ‘stratejik zorunluluk’ kalemleri arasında.
Gıda güvenliğinin küresel bir risk dosyasına dönüşmesi ise, pandemi, iklim krizi ve bölgesel çatışmaların ortak etkisiyle hızlandı. G20 ülkeleri dahil olmak üzere pek çok ekonomi, tarımsal üretim kapasitesinin stratejik değerini yeniden idrak ediyor. Tarımsal arz zincirlerinin kırıldığı, gübre ve tohum maliyetlerinin yükseldiği, su kaynaklarının baskı altına girdiği bir dönemde gıda güvenliği doğrudan toplumsal güvenliğe, hatta siyasi istikrar riskine dönüşmeye bağlanmış durumda.
KOBİ’ler de bu türbülansın en hassas halkasını oluşturuyor. Üretimin kılcal damarı olan KOBİ’lerin finansmana erişimi, maliyetlere karşı korunması, ihracat kapasitesinin desteklenmesi ve dijital dönüşümünün hızlandırılması, ekonomik güvenliğin gerçek saha boyutunu oluşturuyor. Çünkü KOBİ’si zayıf olan ülkenin istihdamı kırılgan; istihdamı kırılgan olan ülkenin de ekonomik direnci sınırlı olur.
Bütün bu tablo, makro istikrarın neden bugün her zamankinden daha kritik olduğunu pek çok yönüyle izah ediyor. Küresel ekonominin rekabet parametreleri artık yalnızca maliyet avantajı veya pazar büyüklüğü üzerinden şekillenmiyor. Üretim kapasitesi, teknoloji geliştirme yeteneği, inovasyon hızının sürdürülebilirliği ve ürün kalitesindeki üstünlük, ülkelerin ekonomik güvenliğinin ayrılmaz parçaları haline gelmiş durumda. Batının bin pişman olduğu ‘sanayisizleşme tuzağı’na düşen hiçbir ekonomi, ne istihdamını koruyabilir ne de dış şoklara karşı kendisini savunabilir.
Jeopolitik türbülansın bu derece yoğunlaştığı bu zor dönemde, her ülke ekonomik güvenliğini yeniden tanımlamak ve ‘ekonomik savunma hattı’nı daha da derinleştirerek inşa etmek zorunda. Gıda, enerji, tedarik zinciri, dijital altyapılar, finansal rezervler ve reel sektörün direnci; hepsi bu yeni güvenlik mimarisinin yapı taşları. Dünya artık çok kutuplu; ama daha da önemlisi, ‘dağınık kutuplu’. Bu ortamda ekonomik güvenlik, devletlerin gerçek güç haritasını belirleyen yeni stratejik eksen olarak karşımızda duruyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu