İLKER GEZİCİ / İyi bir romanı iyi bir filme her zaman tercih ederim

Yazar Kürşat Saygılı TK Yayınları’ndan çıkan ‘Kendine Ait Bir Film’ isimli yeni kitabında okuyucuyu sinema ve hayat arasındaki derin ilişkiyi sorgulamaya davet ediyor. Kitabında bağımsız sinemadan Kemal Sunal’a Derviş Zaim’den Terminatör 2’ye uzanan geniş perspektifte konulara dikkat çeken Saygılı, ‘İyi bir romanı iyi bir filme her zaman tercih ederim’ diyor
Sinema yalnızca bir sanat dalı değil, hayatı şekillendiren bir güç. Peki, bir film gerçekten hayatımızı değiştirebilir mi? Sizi bilmem ama yazar Kürşat Saygılı Kieslowski‘nin Aşk Üzerine Kısa Bir Film’ini, izledikten sonra bakış açısının değiştiğini söylüyor. Sinema üzerine düşünen kalemlerin azaldığı bir dönemde Saygılı, bağımsız sinemadan festival kültürüne Derviş Zaim‘den Nuri Bilge Ceylan sineması üzerine düşündüren, Kendine Ait Bir Film isimli kitabı okuyucuyla buluşturdu. Saygılı ile TK Yayınları’ndan çıkan kitabını ve sinema dünyasını konuştuk.
– Kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
2013’te yüksek lisans tezimi Derviş Zaim üzerine yazarken bağımsız sinema üzerine çok okuma imkânım oldu. 2015’ten itibaren de festivalleri takip edip yazılar yazdım. Kitap, aslında 10 yıla yayılan bir düşünme sürecinin sonunda ortaya çıktı.
– Hedef kitlenizi ve üslubunuzu nasıl belirlediniz?
Film eleştirisi değil, sinema yazısı yazmayı tercih ettim. Yani bir filmi iyi/kötü diye ayırmadım;
“Bir film bize ne yapar?” sorusunun peşine düştüm. Okuru sıkmadan, akademik bir metin olmadan sinema üzerine düşündürmek istedim.
– Gençliğinizde daha çok romanlara bağlıydınız. Peki, sinemaya yöneliş nasıl oldu?
Çok iyi bir sinema seyircisi olduğumu iddia edemem, sinefil değilim; ama belirli film ve yönetmenleri takip ediyorum. Hala iyi bir roman okuruyum.
Romanları filmlerden daha çok severim. İyi bir romanı iyi bir filme her zaman tercih ederim. Fakat gençlik yıllarımda sinemaya ilgi duymamı sağlayan şey Avrupa Sanat Sineması‘nı keşfetmiş olmamdı. Kieslowski’nin Aşk Üzerine Kısa Bir Film’i bakışımı tamamen değiştirdi.
– Sizce sinema bir insanın hayatını değiştirebilir mi?
Elbette bir film ya da bir kitap bir insanın hayatını değiştirir. Kurmaca bize farklı bakış açıları kazandırır ve empati yeteneğini artırır. Hikaye dinlemek, izlemek ve okumak bu bağlamda büyülü bir şeydir. Kitapta Marx’ın ideoloji kavramı üzerine yürüttüğüm tartışmadan hareketle, sinema istesek de istemesek de hayatımızı şekillendiren bir araçtır. Bunu bilinçli yapmak zorunda değiliz; hatta çoğu zaman bunun farkında olmadan yapar sinema bunu.
– Kitapta Terminatör 2’yi birçok sanat filmine tercih ettiğinizi söylüyorsunuz. O mu çok iyi yoksa sanat filmleri mi sıkıcı?
Sıkıcı demek indirgemeci bir tanım olur belki; ama Terminatör 2’nin sekansiyel yapısını ve tasarımını seviyorum. Ve evet tasarımı ve senaryo yazımı açısından birçok sanat filminden daha iyi bir film.
– Festival filmleri ve bağımsız sinema artık daha görünür. Peki sizce hâlâ “bağımsız” sayılırlar mı?
Hayır. Kapitalizmin dışında kalan film neredeyse yok. “Bağımsız film” kavramı artık bu sinemayı tanımlamak için yeterli değil. Bu gerçekten uzun bir konu. Star kavramı eskiden Hollywood oyuncuları için kullanılırdı. Artık kırmızı halılarda star yönetmenler ve yazarlar da var. Bunların belirli tercihlerle o halılarda yürüdüğünü söyleyebilirim. Bağımsız filmlerin ve festivallerin eskiden de bir kitlesi vardı ama o kitle zamanla belirli ideolojik angajmanların taşıyıcısı konumuna düştü. Kitapta bu konuyu küresel kapitalizmin mantığı üzerinden açıklamaya çalıştım.
SOSYAL MEDYA KUŞAĞI USTALARI BİLMİYOR
– Pandemi sonrası seyirciyi yeniden sinema salonlarına çekmek mümkün mü?
Sanmıyorum. Robert McKee yıllar önce sinemanın yavaş yavaş öleceğini filmin yerini dizilerin alacağını söylemişti. Filmler hikaye, diziler romandır demişti. O zaman bana bu öngörü radikal bir yaklaşım gibi gelmişti ama pandemi McKee’yi haklı çıkardı. Temelde bireyselleşme ve herkesin kişisel bir ekranının olması seyirciyi salonlardan uzaklaştırdı.
Belki de yakında “bağımsız dizi” kavramını konuşacağız.
– Bugünün sosyal medya kuşağı sizce Tarkovski ya da Kiarüstemi izleyebilir mi? Bence bilmiyorlar bile.
Çok zor. Z kuşağı bir dakikalık bölümlerden oluşan diziler izliyor. Sıkıldığı anda kaydırabileceği bir akış içinde herkes. Hal böyle olunca usta yönetmenlerin filmleri aslında birer klasik oldu artık. Tıpkı Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi. Herkes bilir ama çok az kişi baştan sona okumuştur.
– Peki, sizce bir filmi “iyi film” yapan şey nedir?
Tüm parçaların uyum içinde olması… Hikayenin görüntüyle uyumu, oyuncunun mekanla uyumu, müziğin atmosferle uyumu gerekir. Sinema tüm sanatların mozaiği gibidir. Bugün Brasil filmini ya da Blade Runner’ı hala konuşuyorsak bu filmlerde inşa edilen mimarinin önemini unutmamak gerekir.
Elinizde çok iyi malzemeler olabilir; ama iyi bir usta değilseniz güzel bir yemek yapamayabilirsiniz. İyi film, her parçanın birbiriyle uyum içinde hareket ettiği, fazlalıklardan arındırılmış yapıttır.
KEMAL SUNAL SİNEMAMIZIN KARAGÖZÜ
– Türk sinemasında komediye özel bir bölüm ayırmanız dikkat çekici. Kemal Sunal’ı “Türk sinemasının Karagözü” olarak tanımlıyorsunuz. Neden?
Onun filmleri evrensel metinler gibi. Bu konuyla ilgili kendisi de tez yazdı biliyorsunuz. Filmlerin bu kadar ilgi görüyor olmasını sadece Kemal Sunal‘a mal etmek doğru değil. Zeki Ökten’in, Atıf Yılmaz’ın Ertem Eğilmez’in, Natuk Baytan’ın yaratıcı insanlar olduklarını ve bu isimler gibi yaratıcı yazar ve yönetmenlerin günümüz Türk sinemasında olmadığını düşünüyorum. Hâlâ her kuşağa hitap ediyor. Kitapta ben bu ilginin geleneksel sanatlarla bir ilgisinin olduğunu iddia ediyorum. Ama bu ilginin nedenini anlamak için sosyolojik çalışmalar yapılmalı.
YAZARIN FAVORİLERİ
Yönetmenler: Paul Thomas Anderson, M. Scorsese, Jane Campion, Haneke, Wim Wenders, Reha Erdem, Coen Kardeşler, Wes Anderson, Ken Loach… İlk 5 Film: Nema ye Nazdik, Cache, Arzunun Kanatları, Mulholland Drive, There Will Be Blood