HÜSEYİN ARSLAN / Terörsüz Türkiye Süreci Ne İfade Ediyor?


Terörsüz Türkiye sürecinin başlamasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Bu süre zarfında sürecin seyrini değiştiren önemli gelişmeler yaşandı. Öncelikle Abdullah Öcalan, örgütün silahlı varlığına son verilmesi gerektiğini vurgulayarak PKK’ya fesih çağrısında bulundu. Öcalan’ın bu çağrısının ardından PKK, 12. Kongresi’ni topladı ve kongre sonunda aldığı kararla örgütün kendisini feshettiğini kamuoyuna ilan etti. Bu karar, örgütün Türkiye’deki silahlı faaliyetlerini sonlandırma yönünde tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir.
Fesih kararının ardından sembolik ve psikolojik etkisi yüksek bir adım atıldı. PKK, silah bırakma iradesini göstermek amacıyla KBY’nin kontrolünde bulunan Irak/Süleymaniye’de ilk silah yakma törenini gerçekleştirdi. Bu tören kamuoyuna sürecin ciddiyetini gösteren simgesel bir mesaj niteliği taşıdı.
Siyasi zeminde de kayda değer adımlar atıldı. TBMM çatısı altında “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu. TBMM çatısı altında bulunan İYİ Parti dışındaki tüm siyasi partiler komisyona üye vererek sürece dâhil oldu. Komisyon, sürecin toplumsal, siyasal ve güvenlik boyutlarını çok yönlü ele almak amacıyla geniş kapsamlı bir çalışma yürüttü. Çalışmalar kapsamında; düşünce kuruluşları, gençlik örgütleri, şehit ve gazi ailelerini temsil eden dernekler, terörle mücadelede görev yapmış güvenlik personellerinin oluşturduğu sivil yapılar, Cumartesi ve Diyarbakır anneleri, geçmiş dönem TBMM başkanları ve alanında uzman akademisyenler dinlendi. Böylece sürecin farklı kesimlerde yarattığı etkiler, beklentiler ve kaygılar ilk elden değerlendirilme imkânı buldu.
Komisyon yalnızca sivil toplum ve akademi ile sınırlı kalmadı, sürecin devlet politikası boyutunu güçlendirmek adına kritik bürokratik aktörlerle de görüşmeler yaptı. MİT Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Adalet Bakanı gibi sürecin güvenlik, diplomasi ve yargı ayağını doğrudan ilgilendiren kabine üyeleri komisyona bilgi verdi. Bu görüşmeler sayesinde, sürecin devlet mekanizmaları arasında koordineli yürütüldüğü, kurumsal uyumun sağlandığı ve olası risklerin önceden tespit edilerek gerekli önlemlerin alınmasına yönelik adımların atıldığı görüldü.
Sürecin ilerleyişinde kaydedilen en kritik gelişmelerden bir diğeri ise PKK’nın Türkiye sınırları içerisinden tüm silahlı unsurlarını çektiğini duyurması oldu. Bu açıklama hem hükümet hem muhalefet hem de kamuoyu açısından sürecin güvenlik boyutunu ilgilendiren dönüm noktasıdır.
Bir Türkiye Modeli Olarak Terörsüz Türkiye Süreci
Terörsüz Türkiye süreci, dünyada terör örgütlerinin silahsızlandırılması, tasfiyesi ve toplumsal barışın tesisi amacıyla yürütülen diğer operasyon, müzakere veya entegrasyon süreçlerinden farklı bir rotada ilerlemektedir. Bu nedenle süreç boyunca, literatürde giderek “Türkiye Modeli” olarak anılmaya başlayan özgün bir yaklaşım benimsenmiştir. Türkiye Modeli içerdiği ilkeler ve izlediği yöntem bakımından klasik silahsızlandırma, terörle mücadele veya barış süreçlerinden ayrışmaktadır.
Bu modelin en temel ve belirleyici önceliği, terör örgütü PKK’nın herhangi bir ön koşul ileri sürmeden, hiçbir pazarlık talebinde bulunmadan ve siyasi kazanım beklemeden öncelikle kendisini feshetmesi ve ardından silahlı faaliyetlerine kesin biçimde son vermesidir. Bu, sürecin meşruiyetini ve toplumsal kabulünü güçlendiren ana ilke olarak görülmektedir. Türkiye, geçmişte İspanya-ETA ve Birleşik Krallık-IRA örneklerinde olduğu gibi silahlı örgütlerin siyasal alan üzerinden taleplerini meşrulaştırdığı bir sürece kapı aralamamakta; örgütün önce tasfiyesini, ardından hukuki adımları içeren tersine bir yöntem uygulamaktadır.
Türkiye Modeli’nin bir diğer dikkat çeken niteliği ise sürecin aşamalı, kontrollü ve toplumsal hassasiyetleri gözeten bir çerçevede yürütülmesidir. Bu aşamalar; örgütün silah bırakması, Türkiye dışına çekilmesi, fesih sürecinin tamamlanması ve nihayetinde hukuki adımlarının atılması gibi birçok boyutu içermektedir. Sürecin her aşaması devlet otoriteleri tarafından çok boyutlu olarak değerlendirilmekte; güvenlik, hukuk, toplum psikolojisi, siyaset ve uluslararası ilişkiler gibi alanlar eş zamanlı takip edilmektedir. Amaç devlet otoritesinin sarsılmaması ve toplumun tüm kesimlerinde güven duygusunun artarak korunmasıdır.
Bu çerçevede TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un da vurguladığı üzere, örgütün silah bırakma sürecinin tamamıyla gerçekleştiğinin tespit edilmesi ve resmen kayıt altına alınması ön koşul olarak kabul edilmektedir. Bu doğrulama yapılmadan, yani silahların tamamen sustuğu, örgütsel yapının ortadan kalktığı herhangi bir hukuki düzenleme olmayacağı belirtilmektedir.
Terörsüz Türkiye Sürecine Yönelik Sabotajlar
Terörsüz Türkiye sürecinde pek çok unsur planlandığı şekilde ilerlese de süreci zayıflatmaya, yavaşlatmaya veya baltalamaya yönelik girişimlerin de bulunduğu görülmektedir. Bu girişimlerin bazıları uluslararası aktörlerden, bazıları ise iç politik dinamiklerden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin bölgesel güç ve etkili bir aktör olmasını istemeyen bazı devletlerin sürece olumsuz yaklaştığı değerlendirilmektedir. Bölgesel dengelerin Türkiye lehine değişmesini istemeyen, Suriye ve Irak ekseninde Türkiye’nin güvenlik alanını güçlendirecek bir normalleşme ve barış iklimine sıcak bakmayan bazı devletlerin Terörsüz Türkiye’nin bölgesel barış iklimini bozmaya yönelik eylemler sergilediği görülmektedir. Bu çerçevede, Terörsüz Türkiye sürecinin kritik aşamalarından biri olan terörsüz bölge hedefine yönelik, İşgalci Tel Aviv gibi devletlerin bölgedeki kaostan beslendiği gözlenmektedir.
Diğer taraftan, Terörsüz Türkiye sürecinin kendi çıkarlarına aykırı olduğunu düşünen bazı iç aktörler de bulunmaktadır. Bu kesimler, sürecin ilerlemesinin ekonomik, siyasal ya da ideolojik çıkarlarını zedeleyeceği kanaatiyle hareket ederek, süreci tıkamaya dönük eylem ve söylemler geliştirebilmektedir. Örneğin Diyarbakır’da gerçekleştirilen bazı gösterilerde güvenlik güçlerine yönelik “düşman” şeklinde sloganların atılması, sürece karşı oluşturulmak istenen provokatif atmosferin bir yansımasıdır. Benzer şekilde bazı yapılar, süreci Abdullah Öcalan için “umut hakkı” tartışmaları üzerinden kilitlemeye çalışmakta ve süreci çıkmaza sürüklemektir. Bu girişimler, sürecin rasyonel, toplumsal ve hukuki zeminden uzaklaştırılmasına yönelik stratejik hamlelerdir.
Tüm bu tablo, sürecin güvenlik ve siyasi boyutları yanı sıra algı yönetimi, psikolojik üstünlük, kamuoyu desteği ve diplomatik rekabet unsurlarıyla da iç içe yürütüldüğünü göstermektedir. Dolayısıyla Terörsüz Türkiye süreci, içeriden ve dışarıdan çeşitli meydan okumalarla karşı karşıya gelebilir. Bu nedenle sürecin kırılgan yapısı dikkate alınarak, her adımın dikkatle planlanması, provokasyonların etkisizleştirilmesi ve süreci sabote etmek isteyen aktörlerin stratejilerinin doğru okunması büyük önem taşımaktadır.



