HÜLYA GÜLER / Nükleer ekosisteminin müthiş Türk iş gücü


Her şey gibi bugün hedeflenen teknolojik dönüşümün yakıtı da enerji. İnsanlık olarak enerji için kaynak arayışımız öyle bir noktaya geldi ki bir dönem bizlere öcü gibi gösterilen (hoş bu süreçte Fransa enerji ihtiyacının büyük bölümünü kurulu 56 nükleer reaktöründen elde ediyordu) nükleer enerji, şimdilerde yeniden yükselişte. AB dahil artık pek çok ülke nükleeri yeşil enerji olarak tanımlıyor. Üstelik sadece devletler değil, şirketler de kendi nükleer enerjisini üretmenin peşinde. Şimdilik en göze çarpanları Google ve Microsoft‘un anons ettikleri SMR’ler (küçük modüler reaktör). Öncülerinin teknoloji dünyasından gelmesi şaşırtıcı değil.
Dünyadan bir-iki rakam vereyim, ardından ülkemizdeki durumu özetleyeyim. Şu anda dünyada nükleerde kurulu güç 400 GW‘ye (Gigawatt) ulaşmış durumda. Bu kurulu gücün 2050’ye kadar 812 GW‘ye çıkarılması planlanıyor. Bunun için aralarında Türkiye‘nin de olduğu çok sayıda ülkede projelendirilen nükleer enerji santralı sayısı 122. Bunlardan 42’sinin finansmanı tamamlanmış durumda. Diğerleri için farklı finans kaynaklarının geliştirilmesine çalışılıyor. Biz de ilk nükleer enerji santralımızı (tüm zorluk çıkarmalara rağmen) faaliyete açmak yolunda hızla ilerliyoruz. Akkuyu Nükleer Enerji Santralımızı takiben, ar arda yapımına başlamayı planladığımız Sinop ve Trakya nükleer enerji santrallarımızla 2040’a kadar kapasitemizi 20 bin MW’ye çıkarmayı hedefliyoruz. Bu arada bir yandan da SMR’ları da (küçük reaktörler) devreye alarak stratejik enerji bağımsızlığı yolculuğumuzu sürdüreceğiz. Bütün bu rakamları geçenlerde izlediğim 11. Nükleer Enerji Zirvesi‘ndeki konuşmalardan toparladım. Ama asıl aydınlanmayı fuaye alanında katılımcılarla yaptığım sohbetlerde yaşadım. Meğer ülkemizde nükleer enerji hazırlığı bildiğimizden çok daha önce başlamış. 1962 yılında Çekmece Nükleer Enerji Araştırma ve Eğitim Merkezi‘nden bahsetmiyorum. 2007 yılında 300’ü aşkın gencin çok çeşitli ülkelere nükleer enerjinin farklı alanlarında yüksek lisans ve doktora programlarına gönderilmesinden bahsediyorum. Büyük çoğunluğu bugün çeşitli kamu kurumlarında ve Akkuyu tesisinde ya da tedarikçi firmalarda görev alan Türk mühendisler bu devlet bursu sayesinde nükleer enerji konusunda eğitim aldılar. Bu programın hala devam ettiğini hemen her ülkedeki yüksek lisans ve doktora programlarında Türk öğrencilerin bulunduğunu belirteyim. Daha nükleerin adı yokken hataya geçirilen muazzam bir programdan, müthiş bir ekosistem hazırlığından söz ediyorum. Buna bir de ilk nükleer enerji santralımız Akkuyu’nun ihale şartnamesindeki yerlilik kriterini eklediğimizde ikinci ve üçüncü santralımızın nasıl hayata geçirileceğini tahmin etmek güç değil. Giderek artan yerlilik oranıyla pek çok ülkeden daha hızlı bir şekilde kendi santrallarımızı kuracak know-how’ı elde edeceğiz. Üstelik bu alandaki nitelikli işgücümüzü sürekli artırarak. Eğitim işin en önemli ayaklarından biri. Ne de olsa bildiğini kimse elinden alamaz. Bu gençler ‘kaç kaç uranyum var‘ denilerek sulandırılan meseleden kaçmıyor aksine geleceğe koşuyorlar. Bununla bağlantılı bir diğer notla bitireyim. Akkuyu‘ya öyle ya da böyle katkı sağlayan Türk şirketleri, bugün farklı ülkelerdeki nükleer enerji santralı projelerine katılım kriterlerini karşılayan dünyadaki az sayıda firmanın arasına girdiler. Zaten müteahhitlikte dünyada iddialıyız. Şimdi buna yavaş yavaş nükleer gibi kritik bir alanı daha eklemeye başladık. Bu, yakında farklı ülkelerdeki nükleer projelerinde önemli rol üstlenen Türk şirketlerini görmeye başlarız demek. Daha şimdiden nükleer enerji santralı projeleri için davet aldıklarını biliyor muydunuz?