YAZARLAR

HİLAL KAPLAN / İğneyi batıralım

Medyamıza ilişkin kaleme alınan özeleştiri yazıları son dönemde tartışmaya yol açtı. Bu yazılarda Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere‘den örnekler verilerek Türkiye‘deki medya düzeni ile siyaset ilişkisi mercek altına alınıyor.
Yazıların temel iddiası, medyadaki yükselme mekanizmalarının sorunlu olduğu ve yorumcuların siyasetle fazlasıyla iç içe geçtiği yönünde. Açıkçası “Batı’yla kıyaslayarak öğrenme” evresini çoktan geride bıraktığımızı sanıyordum. Ancak Batı‘yla mukayese edildiğinde dahi bu tür değerlendirmelerdeki tutarsızlıkları görmezden gelmek mümkün değil.
Öncelikle gazeteci ile siyaset yorumcusu (political commentator) arasındaki farkın net biçimde ortaya konulması gerekiyor. Siyaset yorumculuğu, bizde olduğu gibi Batı’da da yerleşik bir alandır ve bu işi yapanların tamamı gazetecilikten gelmez. Akademisyen, hukukçu ya da sosyal bilimler kökenli pek çok isim bu alanda yer alır. Yorumladıkları alan siyaset olduğu için tarafsız olmaları da beklenmez. Aksine, ideolojik olarak yakın oldukları çizgiyi savunmaları bu rolün doğası gereğidir.
İkinci olarak, örnek gösterilen ülkelerde -özellikle ABD ve İngiltere’dehem siyaset yorumcularının hem de konvansiyonel medyada yer alan gazeteci yorumcuların siyasi pozisyonları açıktır.
Misal, CNN’de Cumhuriyetçi konuğun karşısına mutlaka Demokrat bir yorumcu konurken; Demokrat olduğu bilinen MSNBC’de Cumhuriyetçi konuğa, Cumhuriyetçi olduğu bilinen, Fox News’te ise Demokrat bir konuğa neredeyse hiç rastlamazsınız. Moderatörler için de bu geçerlidir. Bu sefer de İngiltere’den bir örnek verelim. Andrew Neil’in muhafazakâr olduğunu cümle âlem bilir ama kendisi uzun yıllar BBC’de moderatörlük yapabilmiştir.
Ne var ki Türkiye bu ülkelerin hiçbiri değil. Ben 2010’da köşe yazmaya başladığımda üç yıl içinde ülkeye çöreklenmiş paralel bir yapı tarafından doğmamış çocuğumla tehdit edileceğimi, terör örgütlerinin suikast listelerinden adımın çıkacağını bilmiyordum. Ya da altı yıl sonra köprüde kurşun yağmuru altında direneceğimizi de bilmiyordum. Böyle birçok örnek sayarım. “Gelişmiş Batılı ülkelerde” bunları yaşayan siyaset yorumcuları bulamazsınız.
Bu ülkede AK Parti‘yi açıktan destekleyen bir yorumcu iseniz, birkaç istisna hariç AK Partililer sizi “mahallenin danası” olarak, muhalifler de hınçlarını çıkaracağı bir “kum torbası” olarak görür. Ancak seküler kesimden gelen, “her tarafa yakın” bir gazeteciyseniz örneğin serginizi neredeyse tüm Bakanlar Kurulu sırayla ziyaret edebilir. Ya da zor gününüzde sosyal medyadan sahip çıkarlar, nikâhınızda şahit, cenazenizde duacı veya pek çok müşkülünüzde kolaylaştırıcı olabilirler.
Öte yandan bu son tartışmalar üzerine acaba AK Partili siyasetçiler de iğneyi kendilerine batırma ihtiyacı duydu mu diye merak etmemek mümkün değil. Çoğu kritik meselede televizyona çıkmayı bırakın, sosyal medya paylaşımı yapmaktan bile imtina eden önemli bir kesim mevcut. Zaten siyaset yorumcularının bu kadar neşvü nemâ bulmasının sebebi de bu yokluktur.
Velhasıl, iğne batırılacaksa gerçekten acıtacak yere batırılsın. Batı’daki siyaset-medya düzenini steril bir vitrin gibi sunup, Türkiye’deki güç ilişkilerini bu vitrin üzerinden yargılamak kolaycılıktır.
Asıl mesele; kimin hangi bedelleri ödeyerek konuştuğu, kimin ise “tarafsızlık” konforu içinde her kapıyı rahatça açabildiğidir. Medya-siyaset ilişkisini tartışacaksak, ideolojik pozisyonların açıklığından değil, bu ülkede kimlerin dokunulmaz, kimlerin ise harcanabilir olduğundan başlamalıyız. Aksi hâlde yapılan her özeleştiri, gerçeği deşmek yerine onu makyajlamaktan öteye geçmez.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu