HİLAL KAPLAN / Finansın kalbinde sosyalist nabız


Küresel finans kapitalin kalbi New York’u artık kendisini sosyalist olarak tanımlayan Belediye Başkanı Zohran Mamdani yönetecek.
Demokrat Parti adaylığını kazandığı zaman Daily Sabah’ta şöyle yorumlamıştım:
“Postkolonyal bir dünyada siyasal olarak kazanmak ne anlama gelir? Mamdani’nin yalnızca bir kişiyi değil, bir halkı, bir projeyi, bir vaadi temsil eder hâle gelmesi ne gerektirir? Arjantinli filozof Ernesto Laclau’nun hegemonya kuramı açısından bakıldığında, zafer, temsiliyetin bir ‘yansıtma’ değil, bir inşa olarak kavranmasıdır: Kimliklerin, taleplerin ve halk birliğinin inşası.”
Solcularımız içinse tartışma hâlâ kısır. Mamdani Müslüman’mış, aslında çok da değilmiş, kampanyada bunu işlemiş veya işlememiş üzerinden tartışadursunlar; yine işin özünü kaçırmayı başardılar.
Mamdani kendini Müslüman olarak tanımladı ama gay barlarda ve yürüyüşlerde seçim kampanyası yürüttü. Böyle birisinin dini kimliğini tartışmayı zül addediyorum. Bu kenarda dursun.
Solcularımızın esas gözetmesi gereken nokta şuydu: Bu adam siyonist lobinin tüm uğraşlarına rağmen kazandı, onların hegemonyası altındaki en önemli iki şehirden birisini aldı. Mesele budur ve işin nasılı bizim asıl konumuzdur.
Bakın, Amerikan siyaseti bazen tek günde bir dönüm noktası yaşatabilir. Salı günü de öyle oldu: Neo-conların en büyük beyinlerinden ve maşalarından savaş suçlusu Dick Cheney öldü ve New York’ta Mamdani seçildi. Yani, geçmişin karanlığıyla geleceğin ihtimali aynı gün sahne aldı.
Yalanın, işgalin ve petrol kokusunun devri… Bush’un Başkan Yardımcısı Cheney, Irak’ta milyonları ölüme gönderen “kitle imha silahı” masalının mimarıydı. Halliburton’un CEO’su olarak savaşı ihaleye dönüştürmüş, demokrasiyi şirket çıkarına indirgemişti.
11 Eylül ile “Müslümanlara ölüm” bağlantısını kuran canavarın geberdiği anlarda Müslüman ve 7 yaşında ABD’ye gelmiş Güney Asyalı-Afrikalı kökenlere sahip bir göçmen, New York’ta ezici bir çoğunlukla kazandı.
Mamdani’nin başarısı, yalnızca bir politik zafer değil, aynı zamanda Chantal Mouffe ile Ernesto Laclau’nun “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”sinin canlı bir tezahürüydü. Mouffe’un “agonistik demokrasi” dediği o kavga alanında, Mamdani egemen söylemi yeniden tanımladı.
“Halk” kavramını liberal düzenin soyut bireylerinden değil, dışlanmışların ortak öfkesinden inşa etti.
Laclau’nun “boş gösteren” dediği o alanı -adalet, eşitlik, halkın sesiyeni bir anlam zinciriyle doldurdu. Hegemonyayı kırmak için ona içeriden meydan okumak gerektiğini biliyordu. Kampanyası tam da bu yüzden bir seçimden çok bir söylem devrimiydi: Sermayeye karşı dayanışma, kimliklere karşı çoğulculuk, umutsuzluğa karşı müşterek umut.
Mamdani’nin zaferi, Cheney’nin yalanıyla başlayan savaş çağının sessiz intikamıydı.
Petrolün, silahın ve yalanın imparatorluğu kendi enkazı altında kalırken, New York’un göçmen mahallelerinden yükselen bu genç siyasetçi, “zenginlerden daha çok vergi, halka daha çok adalet” diyerek başka bir Amerika’nın mümkün olduğunu gösterdi.
Bu, Pentagon’un değil; sokak pazarlarının, taksi şoförlerinin, evsizlerin Amerika’sıydı.
Tarih aynı gün iki farklı manşet attı:
Biri sondu, biri başlangıç.
Hangisinin daha uzun süreceğini göreceğiz.



