YAZARLAR

HAŞMET BABAOĞLU / Kim kandırdı bizi?

İlle de mutlu olmamız gerekiyor diye kim kandırdı bizi?..
En fenası da şu ki…
Sürekli mutluluğun mümkün olduğuna kim inandırdı?

***

Kapitalizm bunu hepimizi “çılgın bir tüketici” yapmak için kullandı, tamam!
Devletler de az değil ha!
Siyasetten başka her şeye ve en çok da “mutlu olma”ya kafayı takmamızı sevdiler.
Birbirinden garip aidiyet cemaatleri yol açtıkları “sarhoşluğu” bir süreliğine mutluluk diye yutturuyorlar, o da kabul!
Ama kabahatin büyüğü bizde be kardeşim!

***

Daha minicik bir çocukken öğrenmiştik oysa, hevesle ittirdiğin yeni oyuncak arabanın pat diye tekerleği kırılıverir…
Yok öyle süreklilik!
Ağlayıp zırıldamak da fayda etmez çoğu zaman.
Sonra birden diğer tekerlekleri de sökersiniz ve keşfedersiniz ki…
O oyuncak arabayı yere sürttürerek ittirmek acayip keyiflidir.

***

Ne yazıyorum ben?
Klişeleri mi kırıyorum?
Yoksa en beylik klişeyi baştan mı inşa ediyorum?
Hayır, oralarda değilim!
Ayrıca Wilhelm Schmid‘e de hak veririm: “İnsanlık tarihinin kitabında mutluluk bölümü pek ince, geri kalan bölüm pek kapsamlıdır.
Bu orantıyı değiştirme arzusunu desteklerim ama tersine çevirmeyi istemek gerçekçi değildir.”

***

“Ama çok mutsuzum” diyor genç kız, “influencer gibi gönderiler hazırlıyorum, pozlar veriyorum, oraya buraya gidip tanıtıyorum ama takipçi sayım hâlâ bin kişiyi geçmedi.” Şaka değil, neredeyse ağlayacak.
Buradan para kazanmayı mı planlıyorsun, diye soruyorum.
“Ayy o işlerle uğraşamam” diyor hemen; “ama beğenilmek, takdir edilmek istiyorum herkes gibi…”
Eyvah!
Mutsuzluk gerekçesine bakın!
“Takdir edilme”nin geldiği yere bakın!
Hiç büyük laflar etmeye kalkışmayın!
Eleştirmek çok kolay ama artık dünya böyle…

***

Dişinin ayrıklarına dolgu yaptıran muhafazakâr genç kız mesela…
Bunu “mutluluk” coşkusuyla Instagram‘da paylaşmayacaksa…
Dişçi koltuğuna oturur, iki saat o sıkıntıyı çeker miydi?
Tam 2 milyon kişi izlemiş videoyu…
Ve şimdi çok sevildiğine inanıyor.

***

Hayat gözümüzün önünde, biz içinde debelenirken çok hızlı değişti.
Mutluluk meselesini de artık “anlık doluluk hissi” gibi değil de, bir tür “hoş bir boşluk” gibi konuşmaya başlama zamanıdır.
Ertesi gün unutulacak bir resim gibi…
Öyle mi hakikaten? Öyle mi olmalıydı?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu