YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Sanatçı ve sanatçıyı hiçe sayan pazarlama stratejisi

Bazı anlar vardır, insan durur ve şöyle düşünür: “Gerçekten mi? Ya.” İşte tam da böyle hissettiren bir ana daha tanıklık ettik. Türkiye‘nin en önemli sanatçılarından, kavramsal sanatın yapı taşlarından Ayşe Erkmen, bir kahve markasıyla işbirliği yaparak… kahve fincanı tasarladı.
Evet, yanlış duymadınız. Ne bir retrospektif sergi, ne derinlikli bir yerleştirme, ne de kamusal alanda düşündürücü bir müdahale. Fincan. Tasarım sürecini şöyle anlatıyor Erkmen. Üzerinde “göz” varmış. İçinde “kahverengi renkte kahve” olacakmış. Üstünde de köpük. Peki bu mudur yani? Ayşe Erkmen gibi bir sanatçının yaratıcı süreci “Bir göz düşündüm, kahverengi renkte kahve gibi” seviyesine mi indirgenir? Madem video da çekilmiş, neden bu kadar yüzeysel bir anlatı tercih edildi? Neden sanatçının o derinlikli bakışı, sadece köpük ve kahverengi kahveye sıkıştırıldı?

Kabul edelim: Bu, bir sanatçıya fincan tasarlatmak değil, bir sanatçıyı pazarlama materyaline dönüştürmektir. Üstelik bunu öyle kuru bir metinle, öylesine sıradan bir estetikle yapıyorsunuz ki; izleyenin sanata, sanatçının emeğine, zekâsına, hatta kahvenin kendisine bile olan inancı sarsılıyor.
Ne sanata hizmet ediyor bu proje, ne markaya prestij katıyor. Ayşe Erkmen gibi bir sanatçıya ise hiç mi hiç yakışmıyor. Onu görmek istediğimiz yer; belgesele konu olacak yaratım süreçleri, kamuoyuna düşündüren kamusal projeler. Kahve gözlü fincanlar değil. Sanat, kahve kadar sıcak olabilir ama bu kadar sığ olmamalı.

NASIL OLMALI?
Sanatçı ve marka iş birliklerinde temel mesele, işin iki tarafa da gerçek bir değer katmasıdır. Eğer bir sanatçının itibarı, markaya estetik ya da kültürel anlamda güç verirken; karşılığında sanatçı yalnızca “süsleme unsuru” olarak kullanılıyor ve yaratıcı özerkliği törpüleniyorsa, bu işbirliği değil, sömürü olur.
Prestijiyle katkı sunan sanatçının, aynı oranda güçlenmediği her proje, sanattan çok pazarlamanın galibiyetidir ki bu da hem sanata hem markaya uzun vadede zarar verir.
Demem o ki, birçok sanatçımarka işbirliği görüyoruz. Orada kim, kime daha çok değer katıyor bakmak gerek. Elbette mesele para ise, kimse kimsenin kazancına laf edemez. Ne var ki, her iş birlikteliği sanatçının adını bir ‘reklam spotu’na dönüştürüyorsa orada durup düşünmek gerekir. Çünkü mesele sadece bir fincan ya da bir kahve değil mesele, üretim ahlakı.

SAZANLAR NEDEN GÜNDEM OLDU?
Muğla‘da geçtiğimiz günlerde 205 bin sazan yavrusu iç su kaynaklarına bırakıldı. ‘Su Kaynaklarının Balıklandırılması Projesi’ kapsamında gerçekleştirilen bu çalışma, doğaya katkı olarak duyuruldu. Elbette doğa projeleri önemlidir. Evet, ekosistem dengesi, biyoçeşitlilik, doğal döngüler… Bunların hepsi paha biçilmez. Ancak burada küçük bir sorun var: Doğanın kendisi can çekişirken, 205 bin sazan yavrusuna kucak açmak biraz “lüks” kaçmıyor mu? Sazan azalmış diyorlar. Eh, haklılar da. Zaten kalmış olanları da biz mangalda kuruttuk, zıpkınla avladık, “Av değil spor bu” dedik. Şimdi “Aman nesilleri tükenmesin” diyerek geri mi sarıyoruz? Yalnız, sazanlardan önce bir başka tür de hızla tükeniyor gibi: Vicdan sahibi insan türü.
Bu memlekette sazan balığı artık sadece göllere değil, metafor olarak halkın zekâsına da sık sık bırakılıyor. Sosyal medyada dönen ‘sazan gibi atladı’ tabirini duymayan kalmamıştır. Artık gerçek sazan mı az, mecaz olan mı çok, onu ayırt etmek zor. Sazanlar bir umutla suya bırakıldılar. Belki doğaya katkı sağlayacaklar. Ama ya biz? Ne zaman doğaya zarar vermeyi bırakacağız? Ne zaman ‘canlıları korumak’ deyince kediden köpekten öteye geçip tüm yaşam döngüsünü kapsayan bir bilince ulaşacağız?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu