YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Rüyalarımıza yediklerimiz mi karar veriyor?

Uyuyamıyorsan Freud’u değil buzdolabını sorgula. Gece yenen peynir gibi yiyecekler, sabaha karşı gördüğünüz uçurum rüyasının suç ortağı olabilir. Modern insanın bilinçaltı artık ne yediğine bağlı…

Uykularımızın bozulma sebebi sonunda bulundu: Peynir… Evet, yanlış duymadınız. Rüyalarınızda çığlık çığlığa uçurumdan yuvarlandığınız o gecelerin sorumlusu muhtemelen masum bir beyaz peynir dilimi. Montreal Üniversitesi’nden gelen bu ‘aydınlatıcı’ araştırma, peyniri gece hayatımızdan çıkararak zihinsel sağlığımıza kavuşabileceğimizi söylüyor. Yani kaliteli bir uyku istiyorsak, menemenin üstüne koyduğumuz o kaşarları tekrar düşünmemiz gerekiyor.
Tabii şimdi aklımızda bambaşka sorular var: Çok karpuz yersek rüyamızda cennetin bahçelerinde mi geziyoruz? Bir dilim baklava bizi lucid dream’lere mi ışınlıyor? Ya da ne bileyim, gece yatmadan önce zeytinyağlı enginar yersek Carl Jung‘un rüyalarına konuk mu oluyoruz?
“Gece yemek yeme, kötü rüya görürsün” derdi büyüklerimiz. İşte tam da bunu bilim nihayet doğruladı: “Yatmadan önce ne yersen, rüyanda onu görürsün.” Scrooge, kendisini ziyaret eden hayaletlere bakıp, “Sen muhtemelen sindirilmemiş bir parça bifteksin” demekte pek de haksız sayılmazmış.

Scrooge’un hayalet hikayesi, Charles Dickens‘ın 1843 tarihli ünlü romanı A Christmas Carol’da (Bir Noel Şarkısı) geçen ve zamanla Batı kültüründe ikonikleşen bir hikâyedir. Bu romandaki yemek detayı, tarih boyunca insanların kabusları hazımsızlığa bağlama eğilimini yansıtıyor. Dickens, bu sözle halk arasındaki o yaygın inancı mizahi bir şekilde eleştirir: “Gece yediğin yemek rüyana girer!”

SUCUKLU PİZZA ARDINDAN TİRAMİSU…
Dickens böyle diyor da peki araştırma verileri ne diyor? Yüzde 31’i kötü rüyalarını tatlı ve şekerli şeylere, yüzde 22’si süt ürünlerine, yüzde 16’sı etlere, yüzde 13’ü de baharatlı yiyeceklere bağlıyor. Yani bu hesaba göre, akşam yemeğinde sucuklu pizza, ardından tiramisu, sonra da film izlerken kaşık kaşık dondurma yiyen biri gece uyuyunca zaten Freud‘un kendisiyle tanışmak zorunda kalabilir.
Ancak daha ilginci şu: Katılımcıların yüzde 20’si bazı yiyeceklerin uykularını iyileştirdiğini söylüyor. Demek ki işin içinde bir de rüya menüsü var. Belki bir gün “REM dostu tarifler” kitabı bile çıkar: “Lucid Rüyalar İçin Lavantalı Kinoa Salatası” ya da “Kabus Savar Brokoli Smoothie’si” gibi.

Ama asıl düşündürücü olan şey şu: Modern insanın uykusu bile artık tabakta ne olduğuna bağlı. Eskiden kötü rüyaları çocukluk travmalarına, bastırılmış arzulara ya da yoğun strese bağlardık. Şimdi “Gördüğüm rüyalar hep kaotik çünkü dün gece lorlu börek yedim” diyebiliyoruz. Ve bu iddia, bilimle destekleniyor.
Peki biz şimdi ne yapacağız? Peyniri bırakarak huzura mı ereceğiz? Rüya görmemek için salatalıkla mı uyuyacağız? Hayat zaten gerçek bir kabusken, bari rüyalarda biraz eğlenelim diyemeyecek miyiz? Belki de bu araştırma bize sadece şunu söylüyor: Her lokmanın bir bedeli var. Kimi mideyi yakar, kimi bilinçaltını. Ama eğer her gece aynı kâbusu görüyorsanız, Freud’un koltuğuna oturmadan önce buzdolabınızla yüzleşmeyi deneyin.
Ve bir dahaki sefere rüyanızda uçurumdan düşerken peynirli tost görürseniz, bilin ki yalnız değilsiniz. Hepimiz aynı kabustayız ve belki de peyniri bırakmamız gerekiyor. Tüm suçu peynire atmak da biraz haksızlık ama biz rüyalarımızı incelemeye devam edelim bakalım.

KOMBİN HAZIR, ROTA BELLİ FOTOĞRAFA GÖRE TATİL PLANI
Yeni bir şehir, yeni bir ülke, yeni bir pasaport damgası… Ama önce iyi ışık alan bir sokak duvarı, pastel tonlu bir kafe koltuğu ve rengini gözlerine uygun ayarladığın bir smoothie bardağı. Evet, Z Kuşağının istekleri bunlar onlara fotoğrafa göre rota belirliyor.
Bu genç kadın, tatilini gitmek istediği yerin fotoğraf çekilecek alanlarına göre planlıyor. Hayır, bu bir abartı değil. Gitmeden önce Instagram’dan o destinasyonun “en çok beğenilen” köşelerini analiz ediyor, buralarda nasıl poz verildiğini inceliyor, kıyafetleri panolara stickerlarla diziyor, eksik olan çantayı, bileziği hemen sipariş ediyor. Gitmeden kombinleri tamam. Yani, selfie ışığı olmadan adım atılmayan bir seyahat modeliyle karşı karşıyayız.
Bir zamanlar sırt çantasını alan özgür ruhlar vardı; şimdi plaj çantasına pastel renkli güneş gözlüğünü koymadan uçağa binmeyen ‘estetik kurmayları’ var. Ama bu kadar detaycılık fazla mı? İşte asıl soru bu.

Çünkü bu sadece bir tatil değil. Bu bir proje. Arka planında moodboard’lar, not defterleri, Pinterest klasörleri, Canva’da hazırlanmış valiz kontrol listeleri var. Bir noktada düşünmeden edemiyoruz: Bu kadar kurgu arasında anı yaşamak mümkün mü? Yoksa her şey paylaşılabilir hale geldiği anda, yaşamanın kendisi artık ikinci planda mı?
Z kuşağı bu detaycılıkta yalnız mı, derseniz… Hayır. Aslında tam da çağın ruhunu yansıtıyorlar. Günümüz dünyasında tatile çıkmak bile bir sunum halini aldı. Seyahatler artık deneyimden çok içerik üretimi üzerinden değerlendiriliyor. Gidilen restoranın menüsünden çok, tabağın rengi ve masa örtüsü konuşuluyor. Ama işin ironik yanı da şu: Gerçekten yaşanmış bir anın sıcaklığı, planlanmamış bir kahkaha ya da spontane gelişen bir yol sapması, tüm bu ‘planlı estetik’ten daha değerli olabilir. Bazen en iyi fotoğraflar plansız olanlardır. En iyi tatillerse, sadece kendin olduğun anlar.
Yine de şunu kabul etmek gerek: Kimse yanlış ışıkta çıkmak istemiyor. Hele ki tatil fotoğrafıysa konu. Ama bu kadar çok şeyi ‘nasıl görüneceği’ne göre ayarlarken, ‘nasıl hissedeceğimiz’i unutuyorsak… Belki de sorulması gereken son soru şu:
Bu tatili biz mi yaşıyoruz, yoksa sadece algoritma mı onaylıyor?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu