YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Qr kodlu mezarlar bize ne anlatıyor?

Ankara‘da başlatılan yeni uygulama, mezar taşlarına yerleştirilen QR kodlarla vefat eden kişilerin hayat hikayelerini dijital ortama taşıyor. Ziyaretçiler, mezar taşındaki küçük siyah-beyaz kodu telefonlarıyla okutarak; kişinin fotoğraflarına, videolarına, ses kayıtlarına ve biyografisine ulaşabiliyor. Kâğıda, taşa, aile albümlerine sığmayan hatıralar artık bir internet sayfasında; nesiller boyu açık, bir anlamda sonsuz.
Teknik açıdan bakıldığında bu, ince düşünülmüş bir yenilik. Hatıraların kaybolmasını engelleyen, aile tarihini görünür kılan, dijital hafızayı taşla buluşturan bir adım. Peki ya psikolojik ve kültürel açıdan? İşte soru burada ağırlaşıyor. Mezarlığa gitmek zaten başlı başına zor bir süreçken, o anı bir QR kodla daha da somutlaştırmak… Bazıları için bu, yasın üzerine eklenen yeni bir katman gibi. Hüzün artık sadece isim ve tarihlerden değil, ekranda beliren yüzlerden, eskiden çekilmiş videolardan, kaydedilmiş kahkahalardan da geliyor. Sessiz bir ziyaretin içine, dijital bir yankı karışıyor. Bu yüzden birçok kişi için bu yenilik inovatif olduğu kadar sarsıcı. Çünkü mezarlık, kültürümüzde daha çok susmak, hatırlamak, dua etmek ve saygı duymak üzerine kurulu.

QR kod ise bu sessizliğe bir bağlantı ekliyor: Geçmişe açılan bir kapı. Bazıları için kutsal; bazıları için fazla; bazıları için ise çok değerli. Yine de sosyal medya ve haber akışına bakıldığında, uygulamanın büyük ölçüde olumlu karşılandığı görülüyor. Haberlere göre insanlar, hatıralar kaybolmasın, gelecek nesiller dedelerini tanısın düşüncesiyle projeye ilgi gösteriyor. Sitesi olan QR mezar girişimleri, talebin giderek arttığını söylüyor. Bu açıdan bakınca toplumun önemli bir kısmı, teknolojinin ölümü bile dönüştürebileceği fikrine sıcak yaklaşmış gibi. Ancak bu sessiz onayın içinde az görünür bir duygu daha var: Tedirginlik. Sosyal medyanın bir diğer tarafında, bu fikri ‘ağır’, ‘fazla duygusal’, ‘mahremiyeti zorlayan’ bulan bir kitle de mevcut. Onlar için mezar, bir anı platformu değil; bir vedanın durağı. Dijital anlatılar ise bu vedanın sade ritüellerini zorlayabiliyor.
Bana göre tüm bu karşıtlıklar gösteriyor ki QR kodlu mezarlar, sadece bir ‘teknolojik yenilik’ değil; aynı zamanda toplumsal hafızaya, yas kültürüne ve ölümle kurduğumuz ilişkiye dair büyük bir dönüşümün işareti. Bu dönüşümün kimileri için bir iyileşme alanına, kimileri içinse daha derin bir yüzleşmeye dönüşmesi kaçınılmaz. QR kodlu mezarlar, tam da bu nedenle: Hem duygusal olarak ağır, hem toplumsal olarak tartışmalı, hem de teknolojik olarak kaçınılmaz. İnsanlık geçmişiyle bağ kurmanın yeni yollarını ararken, yasın sessizliği ile hatıranın dijital kalabalığı aynı taş üzerinde buluşuyor.

OXFORD’DAN YENİ KAVRAM!
Oxford’un geniş kelime havuzu aslında toplumun ruh halinin barometresi. Bir kelime eğer yılın duygusunu, kırılganlığını, karmaşasını doğru yerden yakalıyorsa öne çıkıyor. “Rage bait” tam da bu dalganın içinden doğmuş bir kavram: Dijital öfkenin, tetiklenme ekonomisinin ve vahşi viral kültürün karanlık yankısı. Bugün çevrimiçi dünyanın görünmez ama en güçlü para birimi öfke. İnsanların bilinçli biçimde provoke edilmek üzere ürettiği içeriklere rage bait deniyor. Ve bu içeriklerin tek bir amacı var: Durmamız. Takılmamız. Tetiklenmemiz. Tepki vermemiz. Ne kadar kızarsak, ne kadar yazarsak, ne kadar savaş çıkarsa o kadar değerli hale geliyorlar. Algoritmaların sevdiği şey tam da bu: olay.

En acı yanı ise şu: Bu tür içerikleri üreten bir kesim, tepki alamadığında daha da öfkeleniyor. Trafik düşerse sinirleri artıyor. İnsanların huzursuzluğundan beslenen, linçle moral bulan, öfkeyle kendine kimlik inşa eden bir kitle var artık. Ve bu, içinde yaşadığımız çağın en tuhaf gerçeklerinden biri: Öfkeden zevk alan insanlar. Üstelik bunu bir eğlence formatına çevirmiş durumdalar. Kelimeler bazen tokat gibi çarpar. “Rage bait” de öyle. Bize içinde yaşadığımız ekosistemin ne kadar zehirli bir döngüye girdiğini gösteren parlak, rahatsız edici bir uyarı işareti. Ve belki de asıl ironi şu: Onlara verebileceğimiz en büyük ceza, hiçbir şey yazmamak. Çünkü bazı sessizlikler, en yüksek öfkeden daha güçlüdür.

YILIN RENGİ BELLİ OLDU
Pantone, 2026’nın rengini Pantone 11- 4201 Cloud Dancer olarak açıkladığında pek çok kişi şaşırdı. Çünkü 1999’dan bu yana ilk kez bir “beyaz” yılın rengi oldu. Dijital karmaşanın, hızın, yorgunluğun, enformasyon selinin ve sürekli tetikte olma hâlinin günlük yaşamı ele geçirdiği bir dönemde Pantone’nun verdiği mesaj net: Dur. Yavaşla. Sil. Temizle. Başta sadece sen ol.

Cloud Dancer, Pantone’un tanımıyla “kaosun ortasında sessiz bir sığınak.” Bir renkten çok bir nefes. Gürültünün içinden süzülen hafiflik. İçerideki karmaşayı dışarıya bırakmak için açılan yeni bir sayfa gibi. Bu beyaz tonunun “soğuk değil, yumuşak” oluşu da önemli. Dijital ekranların steril beyazı değil; doğal bir beyaz. Kumaşların dokusu gibi, taşın yüzeyi gibi, sabah ışığının henüz insanı yormayan hali gibi. Dünya hızlandıkça renklerin anlamı da değişiyor. 2024 ve 2025’in tonları daha duygusal, daha duyu dolu tonlardaydı. Ancak 2026 için seçilen Cloud Dancer, bir şey söylüyor:
“Artık temizlenmeye ihtiyacımız var.”
Bence oldu. Hem ton olarak hem mesaj olarak.
Ve evet… Ben bu rengi sevdim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu