YAZARLAR

FUNDA KARAYEL / Lüks sofralarda yemek yeme sanatı

Bir akşam yemeğini sadece tat almak değil, anlamak ve hissetmek üzerine kurulu bir ritüele dönüştüren fine dining dünyası; görgü kurallarından menü okuma bilincine, şefin anlatısından masadaki çiçeğe kadar her detayıyla ayrı bir deneyim sunuyor. Ancak bu zarif evrende hâlâ sorulmayan sorular, anlatılmayan sunumlar ve yanlış anlaşılan jestler var. Çünkü gastronomi, sadece damakta değil, diyalogda da gelişir

Bir yemeği sadece tatmakla kalmayıp, sahne arkasındaki özeni hissettiğiniz o an… Işıklar, tabaklar, kelimeler ve sessizlik bile bir koreografiyle sunuluyorsa, hoşgeldiniz fine dining dünyasına. Evet bu dünyada her detay bir mesaj taşır. Ne giyeceğinizden nasıl davranacağınıza, hangi soruları sormanız gerektiğinden, yemeğe nasıl dokunmanız gerektiğine kadar her adım bilinçle atılır. Şefin tabağa koyduğu malzeme kadar, sizin o tabağa nasıl yaklaştığınız da deneyimin parçası. Bu yüzden fine dining yalnızca elit bir yemek tarzı değil, farkındalığı yüksek bir yeme-içme kültürüdür.
İstanbul ve Bodrum gibi gastronomi merkezlerimiz, çoktan Michelin yıldızlarını hak eden restoranlarla doldu. 2024 yılında en çok Michelin yıldızlı restorana sahip ülkeler listesinde zirvede Fransa, Japonya ve İtalya var. Ama Türkiye de o listeye adım adım yaklaşıyor. Şeflerimiz her geçen gün yeni teknikler öğreniyor, tabaklarını dünya standartlarında sunuyor, sınırları zorluyor. Ancak sadece şeflerin değil, tüm sistemin gelişmesi gerek: iletişim, , açıklama, rehberlik… Fine dining’e gelen herkes uzman değil; ama herkes bilgilendirilebilir.
Türkiye’de fine dining’e gitmek hâlâ bir “yüksek sosyete” aktivitesi gibi görülüyor. Sanki sadece menüyü Fransızca bilenlerin, trüf yağına alışkın damakların gidebileceği yerler gibi. Oysa iyi yemek, açıklanmayı, anlaşılmayı ve paylaşılmayı ister. Bu restoranlara gelenler de çekinmemeli. “Aç kalır mıyım?” diye düşünenleri de bu kaygıdan kurtarmak gerek.

Zira fine dining porsiyonları küçük olabilir ama aç bırakmaz; yeter ki neyle karşı karşıya olduğunuzu sorun, bilin. Masaya gelen tabakta sanat eseri gibi duran bir şey, ama yenir mi? Nasıl yenir? Neyle başlamak gerek? Soramıyoruz. Geriliyoruz. Kimi zaman anlamıyoruz. Zorlanıyoruz. Ama asıl mesele şu: Neden sormayalım? Oysa sormak hakkımız.
“Bu yemeğin içinde ne var?” demek kimseyi küçük düşürmez. Tam tersine, bu sorular gastronomi kültürünü büyütür. Şeflerin de, garsonların da görevi bu zaten: Anlatmak, paylaşmak, sizi o deneyime dahil etmek. Şef mutfaktan çıkmıyorsa, masanıza gelen sunumun içeriğini bilen bir kişi mutlaka olmalı. Yoksa o taşın üstünde gelen tabakta, taşın kendisini yemeye çalışan konuklar görmeye devam ederiz ki zaten bu ülkede yaşandı bu.

FINE DINING NEDİR?
Sofistike bir akşam yemeği, sunumdan servise, atmosferden adaba kadar uzanan, titizlikle planlanmış bir deneyimdir. Bu deneyimin adı: fine dining. Bu zarif dünyanın büyüsüne kapılmadan önce, bazı kuralları bilmek, bazı beklentilere hazır olmak gerek. Çünkü fine dining; sadece yemek değil, aynı zamanda davranış biçimi, kültür ve iletişim meselesi.
“Fine dining” en basit haliyle üst düzey yemek deneyimi demek. Lüks bir atmosfer, eğitimli ve özenli servis, yaratıcı tabaklar ve yüksek kaliteli malzemelerle hazırlanan menüler. Aslında bundan fazlası: Bir ritüel. Restoran ışığından garsonun el hareketine kadar her detay, o yemeğin sahnesini kurar. Bu kültür, özellikle 19. yüzyılda Fransa’da şekillenmiş. Marie-Antoine Carême ve ardından Georges Auguste Escoffier gibi şefler, aristokrat sofralarının inceliklerini daha geniş kitlelere ulaştırarak bugünkü modern fine dining anlayışının temelini atmış. Günümüzde ise bu anlayış sınırları aştı; sadece Fransız mutfağı değil, dünya mutfaklarının en rafine yorumları da bu kategoriye dahil oldu.
Fine dining deneyimi daha kapıdan içeri adım atmadan başlar. Önce rezervasyonunuzu yaparsınız. Ve evet, geç kalırsanız ya da iptal etmeniz gerekirse önceden haber verirsiniz. Ardından kıyafet konusu gelir. Birçok restoran açıkça belirtmese de, giyiminiz restoranın atmosferine uygun olmalı. Ne giyileceğinden emin değilseniz, restoranın web sitesine göz atmak ya da telefonla sormak en güvenli yol.

MASADA ADAB-I MUAŞERET: NE YAPMAMALI?
İçeri girdiniz. Masada üç farklı çatal, iki kaşık, çeşitli bardaklar var. Gözünüz korkmasın. Kural basit: Dıştan içe doğru kullanın. Servis ilerledikçe çatal-kaşıklar değişir. Peçete, oturunca kucağa alınır. Garson servis yaparken sohbete ara verilir. Telefon masada olmaz, flaşla fotoğraf çekilmez, yüksek sesle konuşulmaz.
Peki ya menü? Şefler anlatıyor mu? Pek değil. Menüde yazan o İngilizce terimlerin ne anlama geldiğini herkes anlamıyor. Sunumda bir taş var mı, taşın üstünde yosun mu, çiçek mi yeniyor, saksı mı dekor? Kimse açıklamıyor. Geçtiğimiz hafta yazdığım gibi, taş sunumunu gerçek taş zannedenler, yenmeyen çiçekleri ağzına atanlar hâlâ aramızda. Şefler, “Alerjiniz var mı?” diye soruyorlar ama belki o taşın üstündeki yosun alerjik? Detaya girmiyorlar. Yemek sanatı bir performans olabilir ama izleyiciye ne sunulduğu anlatılmadan, o performans eksik kalıyor.

MASADAKİ TAŞ DA DENEYİME DAHİL Mİ?
Yeni bir gastronomi dönemi yaşıyoruz. Artık tabak yerine taş geliyor, çatal değil yaprak kullanılıyor, su değil infüzyon içiyoruz. Ama kabul edelim, bu kadar doğallık bizi biraz… şaşırttı. Taş sunumundan sonra şimdi de saksıdan koparılan çiçekler menünün yıldızı. Evet, yanlış duymadınız: Bazı fine dining restoranlarında masa ortasına yerleştirilen minik saksılar, yalnızca dekor değil, deneyimin bir parçası. Şef geliyor, hafif bir gülümsemeyle diyor ki: “Bu reyhan yapraklarını koparıp sosunuza batırabilirsiniz” veya “Bu fesleğeni etinizin üz erine serpiştirin.” Çok güzel. Ama işte sorun da tam burada başlıyor. Çünkü bu deneyim bir kez yaşandığında, bazı konuklarımız sanıyor ki artık her saksı yenilebilir.

MARSHMALLOW VAKASI: MUMUN ÜZERİNDE DÖNDÜRMEYİNİZ!
Geçtiğimiz akşam şık bir restoranda, tatlı niyetine gelen marshmallow’lar masaya bırakıldı. Yanında dekoratif bir mum. Şefin ağzından tek bir kelime çıkmadı, bazı insanlar görev bilinciyle marshmallow’u çatalına takıp mumun üstünde döndürmeye başladı. Şef “Hayır” dedi şaşkınlıkla. İyi de tam anlatılmıyor bazı şeyler. Gastronomide yaratıcı olmak iyidir ama doğayla bu kadar iç içe yaşarken, ‘yenebilir’ ve ‘görülebilir’ ayrımını netleştirmemiz gerekiyor. Özellikle masaya saksı koyan restoranlar, “Sadece bakınız, lütfen koparmayınız” veya “Şef izin verirse yiyebilirsiniz, aksi halde çiçek hâlinden memnun” yazabilir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu