FUNDA KARAYEL / Gogol’ün izinde St. Petersburg sokaklarında

Petersburg sokaklarında Gogol’ün izinde bir edebiyat turu… Nevski Bulvarı’ndan Sennaya Meydanı’na, Palto’nun hayaletinden Raskolnikov’un gölgesine uzanan edebi bir yolculuk. Her köşe başında bir öykü, her adımda bir karakter saklı…
Nevski Bulvarı‘ndayım. Tam da Nikolay ‘ün tarif ettiği gibi… Kafamın içinde Petersburg Öyküleri, gözümün önünde Çarlık Rusyası‘nın gölgesinde süzülen memurlar, yağmura rağmen titizlikle parlatılmış çizmeler, içlerinde umutsuzluk biriktiren bürokratik gözler… Bazen bir çöpçünün arkasından yürürken “Acaba Akakiy Akakiyeviç mi bu?” diye düşünüyorum.
Sonra bir adam geçiyor paltosu yok ya da belki çalınmış. İşte Palto öyküsünün içindeyim artık, çıkamıyorum. Gogol’le Petersburg sokaklarında yürümek, sadece bir edebiyat gezisi değil; aynı zamanda bir vicdan turu. Her köşe başında bir öykünün yankısı var. Nevski Bulvarı boyunca ilerlerken, Nevski Bulvarı öyküsündeki gibi gündüz başka, gece başka bir Petersburg çıkıyor karşımıza. Gündüzleri güzellik, sanat, hareket; geceleri yozlaşma, çürümüşlük ve yalnızlık.
Gogol’ün Rus edebiyatının kaderini değiştiren hikâyelerini bir araya getiren Petersburg Öyküleri’nde kendisinden sonra gelen yazarlar kuşağı için büyük bir ilham kaynağı olmuştu. Petersburg Öyküleri’nde, Rusya‘nın ünlü bulvarlarından geçip memurların tekdüze yaşamlarına, soyluların gösterişli yemek davetlerine, yoksul bir ressamın virane atölyesine konuk oluyoruz. Kahkahayla gözyaşı arasında hassas bir dengede ilerleyen öyküler, her satırda bize gülmenin karanlık yüzünü hissettiriyor. Yayımlandığı dönemde Gogol’ün büyük toplumsal tepkiyle karşılaşmasına sebep olan öyküler, Çarlık Rusyası’nda yaşanan sosyal sınıf çelişkisini zekâ dolu bir alaycılıkla yansıtıyor.
RUS EDEBİYATININ EV SAHİBİ
Şehrin ana arteri. Gogol’un Petersburg’unda sosyal sınıf çatışmasının tam ortası. Gündüzleri ressam Piskaryov‘un güzellik arayışına, geceleri ise memur Pirogov‘un düş kırıklığına ev sahipliği yapıyor. Nevski, yalnızca bir bulvar değil; Rus edebiyatının ayak izleriyle dolu bir bellektir. Gogol’un Burun hikâyesinde Binbaşı Kovalev, kaybettiği burnunu tam da bu caddede gezinirken bulur. Palto’da, Akaki Akakiyeviç’in hayaleti Nevski’de görünür usulca, sessizce, unutulmuşların intikamını alırcasına. Bir Delinin Güncesi’ndeki kahramanın, normal olmanın ağırlığından sıyrılıp nefes alabildiği yerdir burası. Ve tabii ki Dostoyevski’nin yeraltı adamı, tüm içsel çatışmalarını Nevski’ye yansıtır; dünya ile hesaplaşmasını bu bulvarın taşlarına emanet eder. Lenin’in kitaplarla baş başa kaldığı kütüphane bu cadde üzerindedir. Arka sokaklara daldığınızda, Raskolnikov’un ruhuyla baş başa kaldığı o odaya açılan binayı görebilirsiniz. Suç ve Ceza burada yaşamıştır, hâlâ yaşıyor olabilir. Nevski Bulvarı, benim için bir cadde değil; bir kütüphane koridoru oldu. Her adımda başka bir hikâyeye canlandı gözümde ve her dönüşte yeni bir karakterle tanıştım.
KAZAN KATEDRALİ
Rus Ortodoks geleneğinin önemli sembollerinden biri olan Kazan Katedrali, Napolyon’a karşı kazanılan zaferin ardından bir zafer anıtına dönüşmüş, General Kutuzov’un mezarına da ev sahipliği yaparak tarihî bir anlam kazanmıştır. Bulvarın üzerinde, karakterlerin ruhsal dönüşümlerinin başladığı yer. Gogol de burada saatlerce yürür, karakterlerini kafasında kurar dururmuş.
REMBRANDT’TAN DA VİNCİ’YE
St. Petersburg’a gelip de Hermitage Müzesi’ni görmeden dönmek, kelimenin tam anlamıyla bir sanat suçu olur. Çariçe II. Katerina’nın özel koleksiyonuyla temelleri atılan bu devasa müze, bugün dünyanın en büyük ve en zengin sanat koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Rembrandt’tan Da Vinci’ye, Caravaggio’dan Matisse’e kadar uzanan başyapıtlar arasında dolaşırken, sadece sanatın değil zamanın da içinde yürüdüğünüzü hissediyorsunuz. Barok duvar süslemeleri, altın yaldızlı merdivenler ve göz kamaştırıcı tavan freskleri arasında gezinirken bir anda kendinizi Çarlık döneminin tam ortasında buluyorsunuz.
1830’LARDA BURADA YAŞADI
Malaya Morskaya Ulitsa, No: 17
1830’larda Gogol bu evde yaşamış ve birçok Petersburg öyküsünü burada kaleme almış. Bugün dışarıdan görülebiliyor, tabelasında “Gogol burada yaşadı” yazıyor. Bugün bina müze olarak düzenlenmiş olmasa da, edebiyat tutkunları için önünden geçmek bir tür saygı duruşudur.
DOSTOYEVSKİ’NİN İZİNDEN
Eğer Gogol seni Petersburg’un “Deliliğe yakın mantık” evreninde gezdiriyorsa, Dostoyevski seni doğrudan aklın sınırlarını zorlayan bir karanlığa çağırır. Hadi biraz da onun izinden gidelim… Yazarın son yıllarını geçirdiği ve Karamazov Kardeşler’i yazdığı evi. Odası hâlâ daktilosuyla, çay bardağıyla duruyor. Sanki birazdan içeri girip romanını yazmaya devam edecekmiş gibi.
PALTO ÖYKÜSÜNÜN GEÇTİĞİ MEYDANDA YÜRÜDÜM
Palto öyküsünün geçtiği yerlerden biri. Akakiy Akakiyeviç’in bıkmadan yürüdüğü devlet dairelerinin çevresi. Devasa St. Isaac Katedrali ile çevresindeki klasik binalar arasında yürümek, Petersburg’un 19. yüzyıldaki görkemli günlerine kısa bir zaman yolculuğu gibidir. Bu meydan, tarih boyunca törenlere, yürüyüşlere ve edebi karşılaşmalara tanıklık etmiş; Tolstoy’dan Dostoyevski’ye pek çok yazarın gözünden geçmiş, satırlarında iz bırakmıştır.
HAYALETLER SOKAĞI: SENNAYA MEYDANI
Yazar Nikaloy Gogol’ün yazdığı Suç ve Ceza romanın geçtiği mekanlar… Raskolnikov’un adım adım yürüdüğü kaldırımlar, onun çelişkileri kadar gri… Bugünlerde biraz yenilenmiş olsa da Dostoyevski’nin melankolisi hâlâ duvarların arkasında saklanıyor.
HAYALI CİNAYET SAHNESİ (STOLARNY PEREULOK)
Suç ve Ceza romanının baş kahramı Raskolnikov’un tefeci kadını öldürdüğü ev, hâlâ ziyaret edilebiliyor. Romanın hayranları bu sokakta yürürken adımlarını sıklaştırıyor; çünkü suçla yüzleşmek her zaman kolay değil.
FINDIKKIRAN BALESİ
Mariinsky Tiyatrosu’nun büyüleyici sahnesinde izlediğim Fındıkkıran Balesi, sadece bir performans değil, adeta bir masalın içine düşmekti. Çaykovski’nin ölümsüz müziği, zarif kostümlerle birleşince, her bir sahne seyirciyi çocukluk düşlerine taşıdı. Özellikle Karlar Kraliçesi’nin beyazlar içindeki dansı, salonu sessizliğe bürüdü; herkes büyülenmiş gibiydi. Rus balesinin disiplinli tekniği ve estetik zarafeti, bu klasik eseri bir kez daha efsaneleştirdi. Mariinsky’de Fındıkkıran izlemek, bir baleyi seyretmekten çok daha fazlası; zamansız bir sanat deneyimine tanıklık etmek demekti.