FİKRET TOPAL / 15 Temmuz, Demokrasi ve Siyasal Partiler


15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından dokuz yıl geçti. Dokuz yıl önce bu tarihlerde sadece Türkiye değil, dünya darbe tarihi açısından da önemli kırılmalardan biri gerçekleşmiş ve darbe teşebbüsü Türk halkının unutulmaz direnişiyle önlenmiştir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın kararlı liderliğinde sokakları doldurarak demokratik iradesine sahip çıkan Türk halkı, sadece darbecilere değil darbelerden medet umanlara da net bir mesaj vermiştir. Bu mesajla millet iradesinin ancak millet tarafından belirlenebileceğine dair demokratik tutkuyu perçinlemiştir.
Maalesef Türkiye’nin demokratik kültürü millet iradesinin yaklaşık her on yılda bir kesintiye uğraması veya sınırlandırılması etrafında şekillenmiştir. Ancak neredeyse hiçbiri 15 Temmuz başarısız darbe girişimi kadar ileri gitmemiş; TBMM’yi, devletin çeşitli kurumlarını ve halkı bombalamak gibi bir yola tevessül etmemiştir. Terör yöntemlerine başvurarak yüzlerce insanımızı şehit eden darbeciler karşısındaki şanlı direniş ise vesayet odaklarının millet egemenliği karşısında başarısız olacağına dair iradeyi güçlendirerek demokratik kültürümüze önemli bir katkı sağlamıştır.
Bu hain girişimin başarısız olmasında halkın direnişi yanında siyasal partilerin tutumları da önemli bir rol oynamıştır. Çağdaş demokrasiler siyasal partiler olmadan düşünülemez. Bugün parti siyasetine ilgi duyan herkesin bildiği ve neredeyse bir motto haline gelen bu ifade, modern demokrasilerde siyasal partilerin işlevini vurgulaması açısından önemlidir. Siyasal partiler seçimler aracılığıyla toplumsal talepleri siyaset arenasına taşıyan, çeşitli siyasal pozisyonları elde eden ve dolayısıyla meşruiyetinin kaynağını halkta arayan demokratik siyasetin aracı kurumlarıdır.
Darbelerse tam da bu işleyişi halkın tercihleri aleyhine bozarak siyasal kurumları işlevsizleştiren eylemlerden biridir. Seçimle gelinen makamları gayrı meşru bir şekilde değiştirmek ve siyasal alanı kontrol etmek isteyen darbeciler, demokrasilerinin baş düşmanıdır. Darbeciler milletin iradesini anti demokratik bir şekilde bastırmaktan ve çeşitli bürokratik pozisyonları siyasetin alanını daraltmak için kullanmaktan çekinmemektedir.
Türk siyasi hayatında 27 Mayıs ile başlayan askeri darbeler silsilesi de demokratik işleyişi bu aracı kurumların hepsini ya da sadece iktidarda olanları ortadan kaldırmayı hedefleyerek bozmak istemiştir. Her iki durumun da demokratik siyasete doğrudan bir saldırı anlamına geldiği açıktır. Nitekim AK Partili yıllara kadar da bu saldırılar, sivil siyaset karşısında başarılı olmuştur.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi darbeler karşısında siyasal partiler gerekli tepkiyi gösterememiştir. Aksine bir kısmı, darbecilerle beraber hareket etmiştir. Ancak 2002 sonrası dönemde AK Parti iktidarlarında sivil-asker ilişkilerinde yaşanan dönüşüm bu tutumu tersine çevirmeye başlamıştır. En azından artık vesayet odakları karşısında demokratik siyasetin lokomotifi olacak bir partinin varlığından söz etmek mümkündür. Nitekim bunun ilk sinyalleri 27 Nisan E-Muhtırası karşısında gösterilen tepkide görülmüştür. Ancak bu gelişmeler vesayet odaklarını engellemeye yetmemiş ve 15 Temmuz 2016’da yeni bir darbeye girişmişlerdir.
İktidar odaklı veya tüm partileri hedefleyen her iki durumda da benzer yöntemlere başvuran darbeciler siyaseti ve siyasal aktörleri itibarsızlaştırarak meşruiyet devşirmeye çalışırlar. Bunun için de henüz darbe gerçekleşmeden süreci “olgunlaştırmayı” beklerler veya buna alan açarlar. Böylece darbeyle iktidarı devirmek, parti kapatmak ve çeşitli aktörlere yasaklar getirmek veya iş birliklerine gitmek kolaylaşacaktır. Ardından yeni yasal-kurumsal düzenlemeleri hayata geçirerek yeni iktidarı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek ve böylece hedeflerine ulaşmak isterler.
15 Temmuz başarısız darbe girişimine giden süreçte darbecilerin hedefinde AK Parti iktidarı vardı. AK Parti toplum nezdinde itibarsızlaştırılmak için çeşitli şekillerde siyasal alana müdahale edilmiş ve siyaset istikrarsızlaştırılmak istenmişti. Ardından da 15 Temmuz gecesinde iktidarı ele geçirmek için hamle yapılacaktı. Ancak süreç bekledikleri gibi ilerlemedi ve hem toplumun ve siyasal aktörlerin güçlü tepkisi hem de Erdoğan’ın siyasal liderliği karşısında başarısızlığa uğramaktan kaçamadılar.
15 Temmuz sürecinde AK Parti ve Erdoğan, darbe teşebbüsünün doğrudan hedefi olarak milli iradeyle beraber hareket etmiş ve milleti sokaklara davet ederek demokrasiye sahip çıkmıştı. Ardından demokrasi nöbetleri düzenlenerek süreç boyunca milletle beraber hareket edilmiş, ardından çeşitli adımlarla darbecilere fırsat verilmemişti. MHP’de ise Devlet Bahçeli darbenin ilk saatlerinde tepkisini koyarak devletin bekasını öncelemiş ve FETÖ karşısında net bir pozisyon belirlemiştir. Bahçeli’nin bu tepkisi kısa süre sonra yeni bir birlikteliğin önünü açmış ve Cumhur ittifakının da temellerini atmıştı. Nitekim bu ittifak uzun yıllardır FETÖ ile mücadelenin de öncülüğünü yürütmektedir. Bugün halen 15 Temmuz hain darbe girişimi karşısında Cumhur ittifakı bileşenleri demokrasi ve milli irade yanlısı tutumunu koruyarak sivil siyasetin ve vesayet odaklarıyla mücadelenin önemini vurgulamaktadır.
Aslında 15 Temmuz gecesinde meclisteki tüm partiler ortak bir tutum sergileyerek darbeye karşı olduklarını ilan etmişti. Ardından Yenikapı’da gerçekleşen Demokrasi ve Şehitler mitinginde de benzer bir tutum sergilenmiş ve Türk bayrakları altında AK Parti, MHP ve CHP’nin demokratik iradeye sahip çıktığı görülmüştü. Meclise yönelik saldırılar sonrasında partilerin ortak bildiri yayımlaması ve Yenikapı Ruhu çerçevesinde üç partinin beraber hareket etmesi önemli bir tepkiydi.
Bu ortak ruh kısa süre sonra dağılsa da demokrasi tarihimiz açısından önemli bir andı. Tarihsel olarak darbelerle iyi bir mücadele veremeyen ve vesayet odakları ile hareket eden CHP başta olmak üzere muhalefetteki bazı isimler darbe teşebbüsünü “tiyatro”, “sivil darbe” ve “kontrollü darbe” gibi ifadelerle değersizleştirmiş ve darbelerle mücadelede gerekli olan birlikteliği zayıflatmış ve kutuplaşmayı arttırmıştı. O tarihten itibaren de muhalefet 15 Temmuz sürecini ve sonrasında yaklaşık 40 yıldır çeşitli yöntemlerle devletin kurumlarına sızmış örgüte karşı verilen mücadeleyi bu tür iddialarla kamuoyunun gündeminde tutmak istedi. Böylece 15 Temmuz süreciyle ortaya çıkan siyasal ve toplumsal uzlaşma zeminini aşındırarak bu sürecin karşısında yer aldı.
15 Temmuz süreci bize Türkiye’de vesayet odakları ile mücadele etmede millet egemenliğine başvurmanın ve bu iradeye sahip çıkmanın önemini gösterdi. Demokratik kültürümüze önemli bir katkı sunan darbe karşıtı tutumun uzun yıllar hafızalarda yer alması ve hatırlanması gerekmektedir. Hatırlanmalıdır ki sivil-demokratik siyasetin dışında yer alan aktörler ve onlarla hareket etmek isteyenler için bu yolun kapalı olduğu görülsün.