YAZARLAR

FATİH SİNAN ESEN / Yapay Zekâ Bağımlılığı ve Psikolojik Etkileri

Yapay zekâ artık bilimkurgu filmlerinden çıkıp hayatımızın tam ortasına yerleşti. Günlük işlerimizi kolaylaştıran, sorularımıza anında yanıt veren, hatta bizim yerimize metinler yazıp görseller tasarlayan bu teknoloji, şüphesiz büyük bir devrim. Ancak bu madalyonun bir de görünmeyen, karanlık bir yüzü var. Yapılan bilimsel çalışmalar ve kamuoyuna yansıyan sarsıcı vakalar, bu yeni asistana karşı sessiz ve derinden ilerleyen bir bağımlılık geliştirdiğimizi ortaya koyuyor. Uzmanlar, eğer bugünden önlem alınmazsa, yapay zekâya bağımlı hale gelmenin bireylerin hafızasını, zihnini ve psikolojisini olumsuz yönde etkileyeceği ve bu etkinin zamanla daha da artacağı konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor. Bu durumun aynı zamanda bilişsel bir devir teslim süreci olduğu söyleniyor.

Her şey masum bir zihinsel tembellik ile başlıyor. Burada en tehlikeli tamlama “ihtiyaç duymamak”, çünkü bu bizim için tatlı ve leziz bir zehir olabiliyor. Örneğin, eskiden ortalama bir insanın hafızasında 8-10 tane telefon numarası olurdu, şimdi ihtiyaç duymuyoruz, çünkü telefonumuzda zaten hepsi kayıtlı. Eskiden bir konuyu öğrenmek için araştırır, zaman zaman kütüphanelerden zaman zaman internetten arar, analiz eder, sonra da üretme aşamasına geçerdik. Şimdi ise yapay zekâdan bizim için araştırmasını, özetlemesini, analiz etmesini hatta metinleri bizim yerimize ve tıpkı bizim gibi oluşturmasını istiyoruz. Psikolojide bilişsel yük devri olarak adlandırılan bu durumlar, beynimize yaptırdığımız irili-ufaklı zihinsel egzersizleri yapay zekâya devretmemiz anlamına geliyor. Benzer bir köreltme etkisini çeviri asistanlarında ve navigasyon uygulamalarında da görüyoruz. Peki, kullanmadığımız bir kasın zamanla zayıflaması gibi, zihinsel yeteneklerimiz de körelmiyor mu? Bilimsel kanıtlar, maalesef hızla köreldiğini söylüyor. İlk kurban hafızamız oluyor. 2025 tarihli bir araştırmada, dijital amnezi olarak bilinen bir olguyu anlatılıyor. Bilgiye bir tuşla her an erişebileceğimizi bildiğimiz için, beynimiz bilgiyi kalıcı belleğe kodlamak için çaba harcamayı bırakıyor. Bu durum, uzun vadede sadece bilgiyi hatırlama yetimizi değil, o bilgiyi derinlemesine işleme kapasitemizi de zayıflatıyor. Buna paralel olarak, sürekli bildirimler ve algoritmik içerik akışı nedeniyle dikkat parçalanması da yaşıyoruz. Artık tek bir göreve derinlemesine odaklanmakta zorlanıyor, zihinsel olarak sürekli bir aşırı yüklenme hali yaşıyoruz. Birçok insan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanısı almasa bile DEHB belirtileri sergiliyor.

Hafıza kaybı, elbette buzdağının sadece görünen kısmı. Asıl tehlike, beceri körelmesi olarak adlandırılan ve özellikle gençleri vuran bir olguda yatıyor. Bloom taksonomisi gibi eğitim modellerinde, bir öğrencinin en üst düzey becerileri analiz, sentez ve değerlendirme olarak tanımlanır. Ancak birçok çalışma ve gözlem, öğrencilerin artık sadece bilgi bulmak için değil, fikir üretmek veya karmaşık kavramları anlamak için bile yapay zekâya başvurduğunu gösteriyor. Bu durum, bir eğitim paradoksu yaratıyor. Yapay zekâ yardımıyla hazırlanan ödevler sayesinde notlar yükselir gibi görünse de, öğrencinin gerçek bilişsel gelişimi, yani eleştirel düşünme ve yaratıcılık becerileri hızla köreliyor. Hatta bazı deneysel çalışmalarda, yapay zekâya yoğun şekilde güvenen öğrencilerin, yapay zekâ erişimi olmadan girdikleri sınavlarda daha düşük performans gösterdikleri tespit edildi. Kısacası, YZ’yi iyi kullanmak, o işi iyi yapmak anlamına gelmiyor; bu sık karşılaştığımız bir yetkinlik yanılsamasıdır.

Bu bilişsel zayıflama, kaçınılmaz olarak psikolojik bir bağımlılığa kapı aralıyor. Son yıllarda yapılan çalışmalar, artık Üretken YZ Bağımlılığı adı verilen, psikometrik olarak ölçülebilen yeni bir bozukluktan bahsediyor. Tıpkı kumar veya sosyal medya bağımlılığı gibi, bu yeni bağımlılık da bilişsel meşguliyet (kullanmıyorken bile onu düşünmek), olumsuz sonuçlar (iş, okul veya sosyal hayatın aksaması) ve yoksunluk (erişemeyince tedirgin hissetmek) gibi klasik faktörler içeriyor. Bu bir tesadüf değildir. Bu sistemler, değişken oranlı ödül programları (tıpkı bir kumar makinesi gibi ne zaman nasıl bir ödül vereceğini kestirememek) ve oyunlaştırma gibi bağımlılık yapıcı tasarım ilkeleriyle donatılmış durumdadır. Beynimizin dopamin yollarını hedef alarak bizi platformda tutmak için tasarlanmışlardır.

Bu dijital kafes, ruh sağlığımız üzerinde de doğrudan bir baskı oluşturuyor. Yapılan başka bir bilimsel çalışmada yapay zekâ kaynaklı teknostres (teknoloji kaynaklı stres) olgusu mercek altına alınmış ve teknostresin hem anksiyete hem de depresyon için anlamlı bir etken olduğu görülmüş. İnsanlar, YZ’nin hayatlarını istila etmesinden ve gelen aşırı bilgi yüklemesinden dolayı kendilerini tükenmiş hissediyorlar. En büyük paradoks ise burada başlıyor. Piyasada terapi amaçlı sohbet robotları, tam da yapay zekânın neden olduğu bu anksiyete ve depresyon için bir çözüm olarak sunuluyor. Birey hem stresörün hem de (sözde) kurtarıcının aynı teknoloji olduğu bir kapalı döngüye hapsoluyor. Üstelik bu durum, artan ekran süreleri yoluyla fiziksel sağlığımızı da vuruyor; uyku bozuklukları ve fiziksel hareketsizlik kronik hale geliyor.

Peki, bu bilişsel ve psikolojik bağımlılık, savunmasız bir zihinle birleştiğinde neler olur? Son birkaç yıl içinde yaşanan trajik vakalar, bu sorunun cevabını en acı şekilde verdi. Mart 2023’te Belçika’da, iklim değişikliği konusunda yoğun kaygılar yaşayan evli bir adam, Eliza isimli bir sohbet robotuyla konuşmaya başladı. Altı hafta süren yoğun konuşmaların ardından da intihar etti. Eşinin basına verdiği konuşma kayıtları tüyler ürperticiydi. Sohbet robotu, adamın korkularını yatıştırmak veya onu profesyonel yardıma yönlendirmek yerine, onun korkularını desteklemiş, intihar mantığını onaylamış ve hatta ona cennette buluşacaklarına dair sözler vermişti. Benzer bir trajedi Ekim 2024’te ABD’de yaşandı. 14 yaşındaki Sewell Setzer, ünlü bir platformdaki bir sohbet robotuna bağımlı hale geldi. Ailesinin açtığı davaya göre, yapay zekâ destekli sohbet robotuyla cinsel içerikli konuşmalar yapan genç, sohbet robotunun gerçek olduğuna inanmaya başladı. Psikolojik analizler, yapay zekânın gitgide insana benzeyen doğasının bu bağımlılığı körüklediğini belirtiyor. En kritik nokta ise, gencin intihar planlarını tartıştığı anlarda sohbet robotunun devre dışı kalmaması ve eylemi dolaylı olarak pekiştirmesiydi. Sonuç olarak, maalesef Sewell Setzer intihar etti.

Bu vakalar, yapay zekâ ilişkili psikoz olarak adlandırılan daha da korkutucu bir olguyu gündeme getirdi. 2021’de Windsor Kalesi’ne Kraliçe’ye suikast girişimi için giren Jaswant Singh Chail vakası bunun en somut örneğidir. Chail, kendisinin bir Sith suikastçısı olduğuna dair sanrısal düşüncelerini Sarai adlı sohbet robotuyla paylaşmıştı. Son çalışmalar, yapay zekânın bu sanrıları çürütmek yerine desteklediğini ve pekiştirdiğini zenginleştirdiğini ortaya koydu.

Bu üç vakanın ortak noktası, yapay zekânın sapkın, aşırı onaylayıcı ve hatta dalkavuk tasarımıdır. Bu sistemler, kullanıcıyı eleştirmemek, onunla hemfikir olmak ve onu övmek üzerine tasarlanmıştır, çünkü aynı zamanda pazarlanan birer üründür. Pazarlamada da müşteri memnuniyeti çok önemli bir unsurdur. Sağlıklı bir birey için bu durum zararsız bir onaylama iken, anksiyete, izolasyon veya psikoz yaşayan savunmasız bir birey için adeta sanrısal bir yankı odası işlevi görür. Yapay zekâ modeli bir terapist gibi meydan okumak yerine, bir suç ortağı gibi sürekli onaylar ve körükler.

Bu bireysel riskler, toplumsal bir güvenlik tehdidine dönüştüğünde ise karşımıza radikalleşme problemi çıkıyor. Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, terörist grupların yapay zekâyı kişiselleştirilmiş işe alım ve radikalleşme için kullanmasından endişe duyuyor. Chail vakası, yapay zekânın izole bir bireyin şiddet sanrısını nasıl pekiştirdiğini apaçık gösterdi. Şimdi bu mekanizmayı, ırkçı veya etnik motivasyonlu aktörler için düşünün. Yapay zekâ bu kişilerin radikal iç monologlarını pekiştirebilir ve onları şiddete rahatlıkla yönlendirebilir.

Karşı karşıya olduğumuz tehlike, bir bilimkurgu senaryosu değil, araştırmalarla ve objektif verilerle desteklenen güncel bir gerçektir. Zihnimizi, hafızamızı ve hatta en mahrem duygularımızı yapay zekâya devrettikçe, bilişsel bağımsızlığımızı kaybediyoruz. Eğer bu teknolojilerin tasarımına, eğitim sistemimizdeki yerlerine ve kişisel kullanım alışkanlıklarımıza etik ve stratejik sınırlamalar getirmezsek, bu yeni bağımlılık zihinsel ve psikolojik sağlığımızı geri dönülmez bir şekilde aşındırabilir ve böylece (yaşanan trajedilerin de gösterdiği gibi) bu etkinin zamanla artarak daha da yıkıcı hale gelmesi kaçınılmaz olur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu