YAZARLAR

ESRA EZMECİ / Yemekle değil değersizlikle savaştı

Onu toplumun gözünde ‘moda programlarının yarışmacısı’ yapan şey, kırılgan ruhun var olma çabasıydı. Kimi zaman çok zayıf olması gerektiği söylendi… Bazen ‘balık etli kız güzel kıyafet taşıyamaz’ dendi. Bu kalıpların arasında, bir kadının ‘görünerek’ var olabileceğine inandırıldı. Nihal Candan artık aramızda değil ama bize bıraktığı bu ders, yıllarca anlatılsın isterim. Eğer bir kişiyi bile, yargılamadan önce dinlemeye başlatabiliyorsam, bu yazının bir anlamı olur

Nihal Candan… Ekranlardan tanıdığımız, renkli görüntüsüyle hafızalara kazınan, ama arka planda çok daha derin bir hikâyeyi taşıyan genç bir kadındı. Nihal programım için içeri girdiğinde gülümsüyordu ama gülümsemesiyle gözleri arasında kopukluk vardı. İşte ben en çok orada dururum; gözle gülümseme arasında kurulamayan o köprüde. Çünkü orası genelde acının, yalnızlığın ve bastırılmış kırgınlıkların evidir. Onunla göz göze geldiğimde içimden geçen ilk cümle şuydu: “Bu kız, uzun zamandır kendini anlatamamış.”
Program başladığında bir noktada sustum. Çünkü artık sadece bir konuk değil, bir yardım çığlığı duyuyordum. Sessiz ama çok derin bir çığlıktı bu. O anlattıkça içimde bir meslektaş duyarlılığı değil, bir insan olarak sızlayan bir vicdan oluştu. Özellikle cezaevi süreci, toplum tarafından linç edilmesi, kadın bedenine dayatılan kalıplarla baş etme çabası… Her cümlesinde biraz daha çözülen, biraz daha içini açan bir kadın vardı karşımda. Ve en çok da kırgınlığı vardı.

Nihal programda özellikle kırgınlığını çok fazla anlatıyordu. Duygusal olarak hem cezaevi süreci hem toplum tarafından linçlenmek, hem de katıldığı stil programlarında çok zayıf olmaya zorlanmak, ya da ‘balık etli’ olmanın kıyafeti güzel taşıyamamakla özdeşleştirilmesi… Bütün bunlar onun psikolojik olarak değersiz olduğu algısına itilmesine neden olmuştu. Aslında haykırdığı şuydu: “Ben yeterli değil miyim?”
Program bitti ama içimde bitmedi. O yayında sadece konuşan değil, içten içe tükenen bir genç kadının hikâyesi yankılandı. Ve ne yazık ki o yankının en acı finalini bugün konuşuyoruz.

YALNIZLIK VE TERK EDİLME EN KIRILGAN NOKTAMIZ
Nihal’in en hassas olduğu konulardan biri duygusal ilişkileriydi. Hayatında ona değer veren birinin varlığı, birçok şeyi dengeleyebiliyordu. Ama maalesef… Partneri tarafından terk edilmek, ardından başka biriyle birlikte olduğunu öğrenmek… Bu, onun için ikinci bir yıkım oldu.
Zaten hayatın içinde birçok cephede savaş veriyordu: toplumla, medyayla, kendi iç sesiyle. Ama kalbinde kurduğu yerin yıkılması, diğer tüm cepheleri de düşürdü. Anlatamadığı bir utançla baş başa kaldı. Çünkü kadınlara öğretilmişti: Güçlü görün, üzülme, yıkılma. Ama o yıkıldı. Ve kimse elini uzatmadı.
İşte tam orada, yemekle olan ilişkisi yeniden sarsıldı. “Mutsuzum, o zaman yemek yememeliyim,” düşüncesi pekişti. Çünkü zihnindeki denklem çoktan kurulmuştu: “Ben güzel olmazsam, sevilmem. Ben yeterince ince değilsem, değerli değilim.”

BİR PSİKOLOG VE KADIN OLARAK TOPLUMA BİR ÇAĞRIM VAR
Nihal Candan’ın hikâyesi bir bireyin trajedisi değildir.
Bu, hepimizin toplum olarak sorumlu olduğu bir çöküştür. Biz görmezden geldikçe, yargıladıkça, “hadi ama güçlü ol” dedikçe, birileri içeriden sessizce ölüyor. Yeme bozukluğu bir kapris değildir. Depresyon, zayıflığın değil, fazla dayanmanın sonucudur. Ve linç kültürü, hepimizin insanlığından biraz eksiltir.
Bu da benim bir psikolog olarak, topluma çağrımdır:
– Lütfen birbirinizi sadece gördüğünüz kadarıyla yargılamayın.
– Sosyal medyada yazdığınız her kelimenin bir ruhu delip geçebileceğini unutmayın.
– Kadınların bedenine dair yapılan her yorum, onları bir adım daha yetersizlik hissine sürükleyebilir.
– Sevgisizlik, terk edilme, yalnızlık… Bunlar sandığınızdan çok daha derin yaralar açar.
– Ve en önemlisi: Gülümsediği için iyileşti sanmayın. Bazı gülümsemeler, son çırpınıştır.

BİR KADININ SESSİZ ÇÖKÜŞÜ
Nihal Candan, Türkiye’nin ekranlarından tanıdığı bir isimdi. Renkli giysileri, iddialı sözleri, cesur adımlarıyla tanındı. Ama kimse onun iç dünyasına mikrofon uzatmadı. Gördüğümüz sadece dışıydı. Oysa dışı ne kadar iddialıysa, içi de o kadar hassastı.
Onu toplumun gözünde ‘tarz yarışmalarının yarışmacısı’ yapan şey, aslında kırılgan bir ruhun var olma çabasıydı. Kimi zaman çok zayıf olması gerektiği söylendi ona… Kimi zaman da ‘balık etli kız güzel kıyafet taşıyamaz’ dendi. Ve o bu kalıpların arasında, bir kadının ‘görünerek’ var olabileceğine inandırıldı.
Ama görünmek başka, görülmek başka. O sadece görünüyordu, hiç görülmedi.
Katıldığı stil yarışmalarında yapılan yorumlar, bedenine dair gelen eleştiriler… “Senin proporsiyonun kıyafeti kaldırmaz” dediklerinde, aslında dolaylı bir şekilde “sen yeterli değilsin” denmiş oluyordu. Bunu bir kadın olarak okurken içim ezildi. Çünkü bu yalnızca Nihal’e değil, tüm kadınlara söylenmiş bir cümleydi.
Yemekle olan ilişkisi de orada bozulmaya başladı. Çünkü ‘hafif’ olmak, ‘ince’ olmak, bu düzende sevilmenin ve alkış almanın koşulu gibi gösteriliyordu. Oysa yemek yemek, yaşama katılmak demektir. Yemekten vazgeçmek, yaşamdan vazgeçmenin ilk adımıdır.

DEPRESYONA BAĞLI ANOREKSİYA
Anoreksiya nervoza, sadece bir ‘zayıflama isteği’ değildir. Bu hastalık, kişinin kendini değersiz hissetmesinin, kontrolünü kaybettiğini düşünmesinin, görünmezleştiğini sanmasının bir dışavurumudur. Nihal, uzun süredir bu hastalıkla mücadele ediyordu. Psikolojik destek alıyordu, evet. Ama duygusal olarak her çöküş yaşadığında ilk vurulan nokta yeme bozukluğu oluyordu. Ve biz, dışarıdan izledik. Kimi zaman acıdık, kimi zaman yargıladık. Ama hiç gerçekten duymaya çalışmadık.
Bir kadın düşünün… Terk edilmiş, aldatılmış, yalnız bırakılmış. Kendini kötü hissediyor. Hayatla bağı kopmuş. Ve en acısı: Artık yemek yemek istemiyor. Çünkü “yaşama” katılmak istemiyor. Bu, sıradan bir mutsuzluk değil. Bu, varoluşsal bir çöküştür. Anlatması kolay, taşıması imkânsızdır.

SEVİLMEK İÇİN BEDEL ÖDEDİ
Kadın olmak, özellikle medyada görünür bir kadın olmak… Zor bir şey. Hep bir kalıba sokuluyorsunuz. Kilonuz konuşuluyor. Gözaltınız, bacağınız, saçınız… Her şeyiniz yargılanıyor. Ve bir yerden sonra buna teslim olmamak imkânsızlaşıyor. Nihal de teslim olmamak için direndi ama sonunda bu baskıya yenik düştü. Hepimiz gibi o da sevilmek, kabul görmek istedi. Ama sevilmek için bedel ödemek zorunda kaldı. Ve o bedel, onun canı oldu.

SON SÖZ
Yemek yemek istememesi, yaşamak istememesiyle aynıydı! Artık yemek yemek istemiyordu. Çünkü mutlu değildi. Çünkü değersiz hissetmişti. Çünkü sevilmemişti. Çünkü yalnız bırakılmıştı. Ve belki de hepimizin biraz daha sarılmaya ihtiyacı vardı. Ama kimse onun elinden tutmadı. O da yavaşça, sessizce… Gitti!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu