YAZARLAR

ESRA EZMECİ / Partnerimizi seviyor muyuz? Yoksa onda kendimizi mi görüyoruz?

Aşık olduğumuzda bazen kendimize şu soruyu sormayız: “Gerçekten onu mu seviyorum, yoksa onun bana hissettirdiklerini mi?” Belki onun gözlerinde kendimizi güzel, özel, yeterli hissettiğimiz için ona tutunuyoruz. Belki de onunla olduğumuzda tamamlanmış gibi hissettiğimiz için aşk sandığımız şey aslında kendi yansımamıza duyduğumuz hayranlık. Peki bu farkı nasıl anlarız?

İlk başta her şey büyüleyici gelir. Partnerimiz bizi gördüğünde gözleri parlar, söylediklerimizi dikkatle dinler, bize özel biriymişiz gibi hissettirir. Bu, hepimizin özlem duyduğu bir şeydir: Görülmek, duyulmak, anlaşılmak. Ama bazen bu “görülme” hali, içimizdeki bir boşluğu kapatmaya başlar. Ve işte o zaman karışır her şey. Bazı ilişkilerde kişi partnerine hayran değildir aslında; onun sayesinde kendine hayran olur. Partner, bir çeşit ayna olur. “Ben değerliyim çünkü o beni seçti.” “Ben yeterliyim çünkü o bana ihtiyaç duyuyor.” “Ben güzelim çünkü o bana güzel bakıyor.” Sevdiğimizi sandığımız kişi, belki de kendimizi doğruladığımız bir araçtır sadece. O giderse biz de eksik kalırız gibi hissederiz. Bu da bizi bağımlı yapar, bağlı değil.

AYNA HER AN KIRILABİLİR
Bağlılık ile bağımlılığı ayırmak işte bu yüzden önemlidir. Bağlılık, sevgidir; karşılıklı anlayışla, özgürlükle büyür. Bağımlılık ise korkudur; kaybetme kaygısıyla, kontrolle, aşırı beklentiyle beslenir. Bir ilişkide “Onsuz yapamam” cümlesi, çoğu zaman romantik değil, kırmızı bayraktır. Çünkü bu cümle çoğu zaman “Ben kendimle kalamam” anlamına gelir. Kimi zaman partnerimize yönelttiğimiz öfke, aslında onun artık yeterince bizi “iyi” hissettirmemesindendir. “Eskisi gibi ilgilenmiyor.” “Artık bana hayran gibi bakmıyor.” Belki de asıl mesele, onun ilgisini kaybetmek değil, onun ilgisi sayesinde kendimizi değerli hissetmeyi kaybetmektir. Partner, artık “ayna” görevini yapamaz olmuştur. Ve biz de bu kırılmış aynaya kızarız. Oysa asıl mesele, aynaya değil, aynaya duyduğumuz ihtiyaçtadır.

İLİŞKİ HAYATA TUTUNMA ARACI DEĞİLDİR
Kendi eksiklerimizi partnerin ilgisiyle tamamlamaya çalışmak, kısa vadede iyi hissettirebilir. Ama uzun vadede bu durum, hem bizde hem de ilişkide ciddi yükler yaratır. Çünkü kimse, bir başkasının “kendilik duygusunu” taşıyamaz. Sonuç olarak şunu sorabiliriz kendimize: “Onu gerçekten olduğu gibi mi seviyorum, yoksa onun sayesinde kendimi “olmak istediğim kişi” gibi mi hissediyorum?” Eğer cevabın ikincisine daha yakın olduğunu fark ediyorsak, bu kötü bir şey değildir; sadece bir içgörü fırsatıdır. Belki de bu farkındalık, hem kendimize daha sağlam bir yerden bakmaya hem de ilişkimize daha dürüst bir yerden yaklaşmaya vesile olur.
Çünkü gerçek sevgi, yansımalarda değil, görmeyi seçtiğimiz çıplak gerçeklikte başlar. “İlişkiler aynadır” derler. Ve gerçekten de öyledir. Bir başkasının gözlerinde kendimizi izleriz; sevildiğimizde değerli, arzulandığımızda güzel, ihtiyaç duyulduğumuzda güçlü hissederiz. Peki ama o gözlere neden bu kadar ihtiyaç duyarız? Gerçekten partnerimizi mi seviyoruz, yoksa onun sayesinde kendimizi daha çok mu seviyoruz? Bazen birini çok sevdiğimizi zannederiz. Onun sesiyle rahatlarız, varlığıyla güvende hissederiz. Ama zamanla fark ederiz ki, aslında onun kim olduğu değil, bizim onun yanındaki hâlimizdir bizi bağlayan. Onun varlığı değil, o varlık sayesinde kendimizde hissettiğimiz bütünlük hissidir. Bu fark edilmediğinde aşk, bir tür bağımlılığa evrilir. Birlikteliğin içinde büyümek yerine, o ilişkiye tutunarak hayatta kalmaya çalışırız.

BAĞLANMA TRAVMASI
Bazı insanlar için partner, bir sahne gibidir. Kendi değerini, anlamını, kimliğini sahneye koyar ve seyircinin tepkisini bekler. Alkış geldiğinde mutlu olur, eleştiri geldiğinde yıkılır. Oysa gerçek bir ilişki, bir sahne değil; iki kişinin de birbirine alan açtığı bir zemindir. Kendini ispatlama yeri değil, kendin olma yeridir. Partnerimizi kendimizi tamamlayan biri gibi gördüğümüzde, aslında içimizdeki bir boşluğu dışarıdan doldurmak isteriz. Eksik olduğumuzu, tamamlanmaya ihtiyacımız olduğunu düşünürüz. Bu da sevdiğimiz kişinin bir birey olmasına, hata yapmasına, bizden farklı olmasına pek izin vermez. Çünkü onu kendimiz için “bir şey” yapmışızdır. O değiştiğinde, uzaklaştığında ya da artık bizi eskisi kadar “yücelten” bir rol üstlenmediğinde panikleriz. Kızarız. Ya da daha kötüsü, kendimizi değersiz hissederiz. Çünkü o giderse sadece onu değil, kendimizi de kaybedeceğimizi düşünürüz.
İşte bu noktada sevgi, özgürlük değil; bir tür bağlanma travmasına dönüşür. Partner, bir kişi olmaktan çıkar; bir rol olur. O rolü iyi oynadığı sürece ilişki sürer. Ama partner gerçek bir birey gibi davranmaya başladığında -kendi sınırlarını çizdiğinde, “hayır” dediğinde, kusurlarını gösterdiğinde- ilişki çatırdamaya başlar. Çünkü artık aynada kendimizi istediğimiz gibi göremeyiz. Gerçek sevgi, partnerin bireyliğini tehdit gibi algılamaz. O kişi kendi hayatını kurarken de onunla gurur duyabiliriz. Bize ihtiyaç duymadığında kendimizi değersiz hissetmeyiz. Sevgi, başkasının gözlerinde var olmayı değil, birlikte var olmayı ister. Bu farkındalığı yaşamak kolay değildir. Çünkü çoğu zaman, sevilme arzusu çocukluk deneyimlerinden kök alır. Küçükken yeterince onaylanmamış, görülmemiş, sevilmemiş biri için partnerin ilgisi bir yaşam çizgisi gibi hissedilir. Onun sevgisi sadece aşk değil; bir telafi, bir iyileşme olur. Bu yüzden de bırakmak, sınır çizmek, ilişkiyi objektif değerlendirmek çok zordur.

BAĞLI MI BAĞIMLI MIYIM?
Size birkaç küçük soru… Bu soruları okuyun. Samimi bir şekilde yanıtlayın…
Partneriniz sizi onaylamadığında ya da eleştirdiğinde çok büyük bir yıkım yaşıyor musunuz?
Onun sevgisini kaybetmekten çok, onun gözünde nasıl göründüğünüzü kaybetmekten mi korkuyorsunuz?
Sizi gerçekten kim olduğu için mi seviyorsunuz, yoksa size nasıl hissettirdiği için mi?
Onun mutluluğuyla ilgileniyor musunuz, yoksa sizinle ilgilenip ilgilenmediğiyle mi meşgulsünüz?
Bu sorulara verdiğiniz dürüst cevaplar, ilişkinin yönünü gösterir. Aşkta kendimizi görmek yanlış değildir. Her insan bir şekilde kendini bir başkasında tanır, kendinden bir şey bulur. Ama mesele şu: Partnerimizi bir ayna olarak mı, yoksa bir özne olarak mı görüyoruz? Sadece bizimle ilgili olan yanları mı seviyoruz onda, yoksa kendi ayrı bireyliğiyle, kusurlarıyla, farklılıklarıyla mı seviyoruz? Gerçek sevgi, “O bana ne veriyor?”dan çok, “Ben onun kim olduğunu gerçekten görebiliyor muyum?” sorusuyla başlar. Karşımızdaki kişiyi, bizim ihtiyaçlarımızı karşılayan bir figür olmaktan çıkarıp, kendi hayatı, acıları, arzuları olan bir insan olarak görebildiğimizde, ilişki gerçek anlamda derinleşmeye başlar.

VAROLUŞUNA SAYGI DUYMAK
İlk adım, kendimize dürüst sorular sormaktır. “Onsuz kim olurum?” sorusuna verdiğimiz yanıt, bu ilişkinin gerçek doğasını anlamamıza yardımcı olabilir. Eğer o yokken boşlukta kalıyorsak, bu sadece aşkın değil, kimliğimizin de onunla kurulduğunu gösterir. Bu durumda, kendi içsel alanımızı büyütmeye ihtiyacımız vardır. Dışarıdan gelen sevgiye değil, kendi kendimize verdiğimiz değere yaslanmaya ihtiyaç duyarız. Aynı zamanda partnerimizi gözlemlemek gerekir. Onun ihtiyaçlarını, arzularını, kendi bireyliğini tanımaya çalışmak… Onu sadece bizim için ne ifade ettiğiyle değil, kendi başına kim olduğu ile değerlendirebilmek… Eğer sevgi buna dönüşebiliyorsa, işte o zaman gerçek bir bağdan söz edebiliriz. Son olarak, ilişkideki “ayna” meselesine tekrar dönelim.
Bir ilişki bizi büyütebilir, bize kendimizi daha iyi tanıtabilir, evet. Ama partneri sadece bu iş için orada tutuyorsak, bu sağlıklı bir sevgi değil, bir araçsallaştırmadır. O kişinin acı çekme hakkı, kendi seçimleri, içsel çatışmaları yok sayılır. Bu da bizi gerçek sevgiden uzaklaştırır. Sevgi, bir kişinin bize ne kattığı değil, onun varoluşuna duyduğumuz saygıdır. Eğer onu “kendimizi iyi hissettiren biri” olarak değil, kendi gerçeğiyle, çatışmalarıyla, farklılıklarıyla kabul edebiliyorsak, işte o zaman sevgi gerçekten başlar. Belki de sevgi, bir aynada kendimizi görmekten çok, başka bir aynada başka bir ruhu tanıyabilmektir. Onu sevmek, bize benzediği için değil, benzemedikçe bile değerli olduğu için sürüyorsa, o zaman gerçekten seviyoruzdur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu