YAZARLAR

ERHAN AFYONCU / 325 yıl önce İstanbul’u sarsan tarihi hırsızlık

İstanbul’un sembollerinden Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Burmalı Sütun’un yılanbaşları 1700 yılında bir gece kayboldu. Yılanbaşlarına ne olduğu senelerce tartışıldı. 15 yıl önce genç bir tarihçi, yılanbaşlarının İstanbul’a gelen Polonyalı elçilik heyetinde bulunan biri tarafından çalındığını ortaya çıkardı

Sultanahmet Meydanı‘nda üst tarafı bulunmayan “Burmalı” veya “Yılanlı Sütun”, Osmanlı kaynaklarındaki tabirle “Ejderha Heykeli” semtin önemli sembollerindendir. Yılanbaşlarının başına ne geldiğine dair birçok rivayet uydurulmuştur. Genç tarihçilerimizden Uğur Demir‘in 2010’da yaptığı bir araştırma durumu aydınlatmıştır. Bu araştırmadan hırsızlık hikâyesini naklediyoruz:

BİZANS İMPARATORU GETİRTTİ
Yunan kolonileri, Perslere karşı Milattan Önce 480’de Salamis ve 479’da Platea savaşlarını kazanmışlar ve büyük miktarda ganimet elde etmişlerdi. Yunanlılar, ganimetlerin bir kısmını eritip bir tütsü sehpası şeklinde altın bir kazan yaptılar. Altın kazanı da sekiz metre yükseklikteki bir kaidenin üzerine yerleştirdiler. Kaide, birbirine sarılı halde kazanın altına kadar yükselen ve kazanın hemen altında farklı yönlere bakan üç yılanbaşı şeklindeydi. Sütunun üzerinde, zafer kazanan 31 Yunan kolonisinin baş harfleri kazınmıştı. Kaide, Apollon Mabedi önüne dikildi.
Bizans İmparatoru I. Konstantin, 324’te Burmalı Sütun‘u yerinden söktürüp İstanbul’a getirtti. Hipodroma yani bugünkü Sultanahmet Meydanı’na dikildi. Fakat taşıma işlemleri sırasında sütunun üstündeki altın kazan ortadan kaybolmuştu.


Fatih, Yılanlı Sütun’a şeşper atıyor.

YILANBAŞININ ÇENESİ KIRILDI
Fatih’i bu yılanbaşlarından birine şeşper atarken gösteren bir minyatür vardır. 16. yüzyılın sonlarında sarayda görev yapan Yahudi hekim Domenico Hierosolimitano bu hadiseyi şöyle anlatır: “Bu meydanda bronzdan yapılmış, tepede başları birbirine dolanmış ağızları açık duran üç iri yılan vardır. Şehri aldığında Sultan Mehmed, bir çeşit sihir olduğunu düşünerek kendi elleriyle onu parçaladığı için bir tanesinin ağzının yarısı kırıktır.”
Evliya Çelebi‘ye göre ise yılanbaşlarından birinin çenesi Sultan İkinci Selim (1566-1574) tarafından parçalanmıştı. İkinci Selim, at sırtında Sultanahmet Meydanı’ndan geçerken yanındaki topuzu sütunun tepesine atmış ve topuz, sütunun batı tarafındaki yılanbaşının alt çenesini kırmıştı. Fakat bu yüzden İstanbul’u yılanlara, akreplere ve çıyanlara karşı koruyan tılsım bozulmuş ve şehrin batısında yılanlar görülmeye başlanmıştı.
Yine Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Sultanahmet Camii inşa edilirken Burmalı Sütun’un bir kısmı toprak altında kalmıştı. Yılanbaşları daha sonraki yıllarda kaybolmuştur. Yılanbaşlarının 17. yüzyılda kaybolduğu tahmin edilmekte ve nasıl kayboldukları da yakın zamana kadar fazla bilinmemekteydi.


Arkeoloji Müzesi’nde bulunan yılanbaşı

IV. Murad döneminde İstanbul’a gelen Fransız seyyah Du Loir sütun hakkında şunları söyler: “Bronz sütunu birbirine dolanmış üç yılan oluşturur; yılanların birbirlerine bakan ağızları açık, kafaları da sütun başlığını meydana getirir. Bu başlığın gösterişli hâli bana esrarengiz geldi. Ülkenin bazı âlimleriyle konuştuğumda, Yahudi biri bunun vebaya karşı bir tılsım olduğunu söyledi. Bana batıl bir inanış gibi görünen fikrini daha inanılır kılmak için Yahudi, bir padişahın koşarak kılıcıyla yılanlardan birinin başını koparmasından beri daha önce hiç olmadığı biçimde salgının devamlı olarak İstanbul’u vurduğu konusunda beni temin etti. Fakat bu fikrin bana olduğu gibi size de inandırıcı gelmeyeceğini biliyorum. Zira eski tarihçiler bize bu şehrin salgına her zaman maruz kaldığını öğretiyorlar.”


Yılanlı Sütun.

POLONYALILAR İSTANBUL’DA
18. yüzyılın başlarında 14 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerinde seyahat eden Aurby de la Motraye, sütunun başına neler geldiğine dair ilginç bir bilgi nakleder: “Yılanlı sütunun tepesinde birbirine sarılmış halde iki yılanbaşı nasıl olmuşsa hâlâ durmaktaydı ama (1700 yılı) haziran ayında karanlık bir gece vakti bu başlar kayboldu. Türkler yine işin üzerine gitmediler ve başların kimin tarafından çalındığını araştırmadılar. Fakat bu noktada bir şeyi vurgulamak gerek: Türklerin canlı şeylerin şekil ve suretlerine karşı onca antipati beslemeleri bu sütunun yıkılmasına veya eritilip başka bir işte kullanılmasına yetmemiş, sütunu olduğu gibi korumuşlar ve sütun da yüzyıllar boyu ayakta kalabilmiştir. Frenklerden bazıları bu arada Avusturya elçisinin adamlarından kuşkulandılar ve yılanbaşlarının onlar tarafından sökülüp götürüldüğünü düşündüler.”
Yılanbaşlarını alanlar ise o yıllarda İstanbul’a yeni gelen bir elçilik heyetiydi. 1700’de Karlofça Antlaşması’nın tasdiki ve Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı savaşa sokmak için İstanbul’a gelen Rafal Leszczynski başkanlığındaki Polonya elçilik heyeti, şehre gösterişli törenler eşliğinde girmişti. 1683’teki İkinci Viyana bozgununda ele geçirdikleri zırhları ve sancakların bir kısmını da yanlarında getirmişlerdi.


Bir gravürde Yılanlı Sütun.

SİPAHİLER HOŞ KARŞILAMADI
Motraye, elçilik heyetini şöyle anlatır: “Nisan başında, Kont Lesinski Palatin de Posen, Polonya Cumhuriyeti’nin elçisi sıfatıyla İstanbul’a vasıl oldu. Şehre girişi muhteşemdi, geçit alayında çoğu subay olmak üzere 600’den fazla insan vardı. Subaylar, Viyana önlerinde giydikleri zırhlar içindeydiler. Türklerin Viyana kuşatmasını kazanmalarına neden olan parlak zaferde Polonya kralının payı büyüktü. Onları bu hâlde görmek, özellikle bu kuşatmaya katılmış sipahilerce, doğrusu pek hoş karşılanmadı ve daha açığı hayra yorulmadı. Fakat Türkler genellikle medeni ve alçak gönüllü insanlar olduklarından uğradıkları kayıplarını anımsatsa da onları daha da alçak gönüllü bir tavra yöneltti. Bu tür bir meydan okuma karşısında kendi aralarında, ‘Bak, bak, gidinin gâvurları!’ diyerek gülüp geçtiler.
Ekselansları, Polonya tarzı bir başlık ve kürk giymiş olarak çok güzel bir ata binmişti. Geçit alayı hemen hemen Kont Ottingen’in şehre girişinde olduğu sıra içinde Türk ve Polonyalı askerler, memurlar ve hizmetlilerden oluşuyordu. Elçi, Aksaray meydanına bakan kubbeli bir saraya yerleştirilmişti ve alışık törenlerle huzura kabul edildi.”

HEYETTEKİLER KIRIP ÇALDI
Polonya elçisine Sultanahmet Camii yakınlarında beş avlulu, denize manzarası olan İbrahim Paşa Sarayı tahsis edilmişti. Elçilik heyetinde bulunan ruznameci şunları yazmıştı: “… karşısındaki meydanın ortasında, saray ile cami arasında kaidesinde Grekçe ve Latince yazılar bulunan bir dikilitaş bulunuyor ve biraz daha ileride, deniz istikametinde, üç yılanbaşlı ejder şeklinde bir tunç direk görülüyordu.”
21 Ekim 1700 Perşembe gecesi Polonya elçilik heyetinden biri yılanbaşlarını kırarak aldı. Silahdar Mehmed Ağa, Nusretnâme adlı tarihinde olayı şu şekilde anlatır: “21 Ekim 1700 Perşembe gecesi akşam namazı vaktinde At Meydanı’nda 1500 yıldan beri ayakta duran tunç ejderlerin üçü de birlikte boyunlarından kırılıp yere düştü. Bırakın kırmayı yanında bu sırada insan bile yoktu ama sanki kuvvetli bir adamın ağaç kırması gibi büyük bir gürültüyle kırılıp düştüğünü duyanlar anlatırlar.”
1700’lerin hemen başında İstanbul’a gelen Edmund Chishull ise “Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş” adlı seyahatnamesinde yılanbaşlarının nasıl ortadan kaybolduğuna açıklık getirir: “İkincisi, 3.5-4 metreden daha yüksek olmayan burma tunç anıt sütundu. Burma anıtın tepesinde son zamanlara kadar üç yılanın baş motifleri yükseliyormuş ve yılanların boyun ve başları güzel bir üçgen teşkil etmekteymişler. Anıtın karşısında ikamet etmekte olan Polonya elçisinin maiyetindeki bazı kişiler, başları vahşice koparmışlar.”
Bugün yılanbaşlarından bir tanesi İngiltere’de sergileniyor. Bir diğeri ise İstanbul’da Arkeoloji Müzesi’ndedir. Üçüncüsü ise hâlâ kayıptır.


1582 Şenliği’nde Yılanlı Sütun.

EVLİYA ÇELEBİ’NİN KALEMİNDEN EJDERHA HEYKELİ
EVLİYA Çelebi, Seyahatname’sinde, “ejder timsali” yani “ejderha heykeli” şeklinde tarif edilen Burmalı Sütunu şöyle anlatır: “17. ibretli tılsım: Yine At Meydanı’nda Pozantin Kral zamanında Surende adlı hükümdar şehirdeki yılan, çıyan ve akrep gibi zehirli hayvanları ortadan kaldırmak için tunçtan üç başlı bir Ejderha Heykeli bina etti. Bu yüzden Makedonya içinde asla zehirli hayvan yoktu. Hâlâ yüksekliği yedi buçuk metre olan burmalı bu ejder heykelidir. Ve yedi buçuk metresi Sultanahmet Camii inşa edilirken toprak altında kalmıştı. Hatta Sultan İkinci Selim atla meydandan geçerken, eğerinden mücevher bir topuz çıkarmış ve Ejderha Heykeli’ne vurmuştu. Bunun üzerine ejderin batı tarafındaki başının alt çenesi kopmuştu. Bu anda İstanbul’un batısında yılan göründü ve o zamandan itibaren İstanbul içinde yılana rastlanır. Eğer ejderin diğer başlarına zarar gelirse İstanbul’u yılan ve çıyanlar mahveder. Sonuç itibarıyla tılsım hâlâ etkili bir seyir yeridir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu