‘Ekonomik parçalanma’ AB’yi fena zorlayacak


Avrupa Birliği (AB) tarihinin en zihin karışıklığıyla dolu dönemini yaşıyor. En temel zihin karışıklığı AB’nin öncelikleri, mevcut sorunlara yönelik çözüm olasılıkları ve küresel ekonomi-politik sistemin geleceğinde nasıl bir pozisyonda olması gerektiği noktasında kendisini gösteriyor. Öncelikle, başta AB Komisyonu Başkanı von der Leyen olmak üzere, neoliberal ‘uç’ demokrat siyasetçilerin kritik konulara yönelik ödün vermez, bir gram esnemeyi dahi reddeden, adeta ‘anarşik’ bir anlayışla sürdürdükleri tavır. Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye ile AB ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ve ilerleme kaydetmesi gibi kritik temel başlıklarda, ‘gerçekler’ ile yüzleşmek yerine ‘ölmeyi tercih edecek’ tavır ve buna göre geliştirdikleri söylem, savaşı bir çıkmaza sürüklerken, Türkiye ile ilişkilere zarar vermeyi sürdürürken, AB içindeki bölünmeyi de derinleştiriyor.
Avrupa‘da yükselen ‘yeni sağ’, neoliberal ‘uç’ demokratların bu tavrının sebep olduğu zararı, geleceğe dönük ciddi kayıp riskini net olarak gözlemleyerek, özellikle Brüksel‘in ‘aşırı katı’ tutumunu giderek yükselen bir isyanla sert bir şekilde eleştirmekteler. Bu konuda Macaristan Başbakanı Orban en ön safta yer alan siyasetçi konumunda ve Brüksel söz konusu eleştirilere kulak vermek yerine, Macaristan’ın AB fonlarından yararlanmasını kısacak tedbirlere yönelmeyi tercih ediyor. AB içinde ideolojik, siyasi ve entelektüel bölünmeyi tetikleyen diğer konu başlığı ise ‘yeni Avrupa Güvenlik Mimarisi’. ‘Türkiye’siz hiçbir anlam ifade etmeyeceği pek çok siyasetçi, uzman ve uluslararası kurum tarafından net olarak belirtilen bu başlıkta da yaşanan ‘gelgit’ler, NATO şemsiyesi altında müttefiklik ilişkileriyle bağdaşmayan engel ve yaptırımlar bir yana, Almanya’nın ‘silahlanma’yı hızlandıracağını açıklaması da, kimi AB üyesi ülkeleri ‘dünya savaşları’nın kötü anıları ile şimdiden telaşlandırmış durumda.
Küresel sistemde sancılı bir süreç olarak devam eden ‘yeni küresel düzen’ tartışmalarında, AB’nin gelecekte nasıl bir pozisyon alacağı; bir küresel güç mü, yoksa bölgesel güç mü olarak anılacağı meselesi de bir başka kritik başlığı oluşturmakta. Küresel ekonomi-politik gelişmeler ‘ekonomik parçalanma’yı hızlandırmışken, AB’nin uluslararası ekonomik sistemde ‘en bağımlı’ konumdaki coğrafya olması da AB için ciddi bir risk oluşturmakta. Üstelik, bu başlıkta da Türkiye yine kritik bir çözüm ortağı olmasına rağmen. Dünyanın önde gelen ekonomilerinin ithalata bağımlılığı ile ilgili oranlarda, AB yüzde 35 ile ilk sırada yer alıyor. İthalatın GSYH içindeki payı açısından Güney Kore yüzde 34, Kanada yüzde 26, Birleşik Krallık yüzde 23, Japonya yüzde 18, Çin yüzde 14, ABD ise yüzde 12 ile AB’yi takip etmekte. Türkiye yüzde 26 ile Kanada ile aynı konumda. AB’nin Çin’e olan bağımlılığı nedeniyle, ABD’nin Çin’le ilişkilerde AB’yi ‘araya daha da mesafe koyması’ noktasında artan baskısı ise, Atlantik’teki ‘çatlama’yı derinleştiren bir başka başlık.
AB’nin Çin’e kritik hammadde ve ara mamullerde bağımlılığı daha da dikkat çeker nitelikte. Ağır nadir toprak elementlerde yüzde100, magnezyumda yüzde 97, hafif nadir toprak elementlerinde yüzde 85, lityumda yüzde 79, galyumda yüzde 71, skandiyumda yüzde 67, bizmutta yüzde 65, vanadyumda yüzde 62, baritte yüzde 45, germanyumda yüzde 45, doğal grafitte yüzde 40, tungstende ise yüzde 32. Bu ürünlerin tümü nükleer teknolojilerden uzay teknolojilerine, havacılık endüstrisinden otomotive, yarı iletkenlerden çip üretimine, enerji üretiminden ilaç endüstrisine, petrol ve gaz arama, çıkarma teknolojilerinden petro-kimya, hatta oyuncak endüstrisine kadar pek çok alanı ilgilendiren emtialar. Başkan Trump’ın ticaret savaşları ile derinleştirdiği ‘ekonomik parçalanma’ önümüzdeki dönemde AB’yi daha da zorlayacak. AB, ya başta Türkiye, stratejik ortaklıklarını hızla yeniden yapılandırılacak, ya da ekonomik ve siyasi intihara koşmayı sürdürecek.