CEM SANCAR / Zamanın ruhu denince

Atom yaşınızı biliyor musunuz?
14 Milyar yıl olduğu söyleniyor. Big Bang‘den bugüne 14 Milyar yıl geçmiş. Helyum ve hidrojen bulutu hâlinde çıkmışız yola, gelmişiz buralara…
Kaba ateistlere göre oralardan geldik, paça çorbası kıvamına erdik, içinden insan çıktı! Yalnız akıllarda şu soru açıkta kaldı, “İnsan sarımsaklasak da saklasak da mı saklandı?”
Yoksa bazılarındaki o itici koku bizzat ondan mı?
***
O değil de bu hesaba göre bizim atomların tecrübe etmediği şey kalmamış. Süper novalar, kara delikler, karanlık maddeler, galaksiler, yıkımlar, yeniden doğmalar, şunlar bunlar. Yaratılışın macerası bilimkurgu filmlerini 6666’ya katlar…
Peki ondan önce?
Ondan önce ruhlar âlemi. Oradan geldik, oraya gidiyoruz. Rüyalardan rüyalara…
Gizli bir hazineydi bilinmek istedi ve kendi suretinden tecelli etti. Ruhlarımız huzurunda toplandı. Sordu, “rabbiniz ben değil miyim?” Biz de ona belâ, yani “eyvallah” dedik. Çünkü belâ Arapçada eyvallah anlamında…
Eyvallah dedik ve hareket başladı…
Başladı da insanoğlu eyvallahını çabuk unutur. Ben dedi, realist biriyim abicim dedi, beş duyuyla deney yapar her şeyi bilirim. Uygarlık budur dedi, tanrıyı biz uydurduk kardeşim dedi. Batının Rönesans’ı böyle başladı, Aydınlanma falan…
Aslında burada durup Kant‘a bakmak lazım. O büyük agnostik’e. Kant kiliseye baktı, kaba doktrini gördü. Bu irfan değildir dedi. Haklıydı. Kilisenin temsil ettiği gnosis’e (irfana) değil bilime inanırım usta dedi. Bilinemezci değil irfan karşıtıydı. İslam irfanını ise bilmiyordu…
Ama o sırada İslam’ın büyük âlimleri başka şeyler söylüyor, dinlerin ortak noktalarındaki derin hikmeti açıklıyorlardı. Goethe bunu bir miktar gördü, gördü de bulunduğu semte ters düşemezdi. Mahalle baskısı vardı. Kem etti küm etti…
“Elimle tuttuğuma inanırım abicimci” modernlik önce kendi işçilerini çatır çutur ezdi, sermaye birikimi böyle elde edildi. Sonra başka kıtalara gitti, oradaki medeniyetleri çoluk çocuk çiğnedi, arada biz Osmanlılar da gürültüye gittik…
Osmanlılar devlet aklı olarak imparatorluğun her yanında “insanı yaşat” düsturundaydılar. Marks’ın kankası Engels’in yazdığı o vahşete, İngiltere’de emekçi yığınların sefaletine göz yumup sermaye biriktiremezlerdi. Bunu yapmadılar, yapamazlardı. Bu anlamda güzel insanlardı.
O sermaye birikirken Avrupa’nın büyük şehirlerinde 50’şer bin dilenci vardı…
***
Aydınlanma aklı sonunda gitti, Hiroşima ve Nagazaki’de patlayan atom bombalarına dayandı. Ondandır bu bizim entel sosyetenin taptığı Derrida, Deleuze, Baudrillard, Byung-Chul Han vesaire… Mevlâna’nın, Yunus’un, Niyazi Mısrî’nin ve tabiidir ki Muhiddin İbn Arabî’nin yanına çırak bile giremezler…
Post Marksist filozof Althusser aynı modern çıkmaz yüzünden delirip karısını öldürdü. Çünkü en değer verdiği şey oydu. Onu bu ketenpereden kurtarmak istedi.
Chul Han’ın düşüncesinde, “kendi kendinin egemeni ve efendisi olan performans öznesi, bir taraftan da kendi kendiyle savaşmakta ve yorulmaktadır!” diyesi…
Terbiye edilmiş pozitivizmin bu mızmız filozofu, insanın kendi içine yaptığı büyük yolculuktan, Büyük Cihat’tan habersizdir çünkü.
Oysa Sufi varlık ve bilgi teorisi, insanın iç tekâmülünü anlatır. İnsan yürüyen kâinattır. Büyük Cihat insanın kendi kozmosuna çıktığı yolculuğa denir. En büyük cihat odur, çünkü orada şah damarımızdan yakın kutsal ve canlandırıcı bir gücün keşfi vardır. Çünkü Doğu’nun güneşli topraklarında ezelden beri bilinir, kendini bilen rabbini bilir…
Pisagor’un antik okulunun kapısında da bu yazar. Çünkü Pisagor 23 yıl Doğu’da eğitim görüp oraya ilim ve irfan dağıtmak için gitmiştir.
Hakikatin merkezi burasıdır, bu topraklardır…
***
İnsanın varoluşundan beri ona kim olduğunu hatırlatmak için kesintisiz yağıp duran ilim bizim ellerimizdedir. Yeter ki siyasi telaffuzlarla onu görmezden gelmeyelim. Cahiliye uleması Ebu Cehil’in kendi inancında ibâdet ettiği açık kaynaklarda belirtilmiş; Haricilerin, Yusuf ile Züleyha bahsini müstehcen diye Kur’an’dan çıkardıkları aktarılmıştır…
***
Yani İslam, zannımca bizim bildiğimiz gibi değildir. O ne sadece gürültücü bir fıkıh ne de oyalayıcı bir felsefe ile açıklanır. Gönülden ibâdetlerin neşesinden, psikolojik zamanı, Molla Gürani’ye göre “mânevi zamanı” tanıyarak ve zihin zevkine vararak hakiki insana ulaşmanın yoludur. Seyrusüluğudur.
Çünkü O’ndan başka bir şey yoktur. Zaman O’dur.
“Dehr’e sövmeyiniz, çünkü o Allah’tır…”
Ed-Dehr esmâsıyla, bu kafayla dünyaya baktığımızda olan biten her şey bize bir şey söyler. İsrail’in bitmez zulmü de kapitalizmin performansı da depresyonlarımızın panik-atakları da bizimle konuşur…
Zamanın ruhu Dehr’dir. Zamana (Vakte) lanet okuyamayız. Geçmişe pişmanlıkla, geleceğe kaygıyla bakamayız. Sadece zamanın ruhu bize ne anlatıyor, ona bakarız.
Zamanın evlâdı olmak (ibn’ül vakt) budur. O bize ne söylüyor? Nerede yanlış yaptık? İşleri yoluna koymanın sırrı ne?
Madde âleminde 14 milyar yılı devirmiş biri olarak bu soruları artık üstümüze almalıyız…