YAZARLAR

CEM SANCAR / Kaosta yalnız yürüyeceksin

Rüyalarımızda bazen hep kaybettiğimiz, arayıp durduğum bir eşyamız vardır. Bir çanta, bir cüzdan.

Yeni bir kimliğin kapısındasın da ondan, diye yorumlar ışıklı biri. Yorumlayan da rüyada mıdır?

Belki…

***

Sürekli bir farkındalık hâlinde olmak, yeni bir gözle görmek yaşayıp durduklarımızı.

Hayatın, bilge kitapların ve insanların size açılması. Bir düşünürü dinlerken vaktin zevkle hızlanması, sizi esir alan bir dedikoduya mâruz kalırken geçmeyen zaman. Haber programı izlerken çektiğimiz sıkıntı. O sakız gibi uzayıp duran…

Hemen anlaşılmayı beklemek de büyük hezimet. Kim anladı şimdi beni buruntusu. Beklenti denen hüsnükuruntu…

Dini üstünkörü anlayanlardaki merâsim rapturaptı. Bir kâbus sanki mahalle îtikâdı…

Fakat açılınca perde… Her şey nasıl da soyunur alacalı elbisesinden, çırılçıplak kalır nesneler, özneler gören gözlerin önünde. Hay Allah dersiniz, nereye düştüm ben? Neden yabancı bize bu diller, nedir bu hâller?

Nefsi emmare bir paralel evren, Hz. Âdem’den önceye mi düştük birader cebren?

Bunlar geçerse aklınızdan, hiç utanmayın. Bilgeliğe sarınmış itiraz, gerçeklerden tiksinen “sürünün” gözüne hep ego-kibir olarak gözükür. O ezik homurtuya kulak asarak da geçmez hayat. Çünkü bilen insanın kanatları çıkar. Sevmez o kanatları bilumum maymunsu habitat…

***

Sarsılsanız bile, dualarınızın sonuçlarına katlanacaksınız. Bakmayı değil kalp gözüyle görmeyi dilediniz, o peygamberane duaya bir kere sardınız çünkü:

“Allah’ım bana eşyanın ardındaki hakikati göster.”

Bazı adamlar göreceksiniz, temiz giyimli, vampir dişli kokoroz; bazı kadınlar göreceksiniz selfi çekerken çalışılmış sırıtıştan sarkan cadaloz. Sonra… Foyaları akmasın diye endişeli, gözleri sürekli etrafta fıldır, içindeki karanlıktan korkan insanlar vardır. “Ulan bu adam çıkarır mı benim ne mal olduğumu ortaya?”

Haldır huldur paranoya…

***

Yalnız kaldım paniğine gerek yok yani bu noktada. Farkındalık nasip ediliyorsa sana, sonuçlarına katlanacaksın usta…

Farkındalık bir tür yalnızlık. Şöyle demiş Schopenhauer, “Avam sosyaldir, yalnızlıktan korkar. Yalnızlık bireyin kendi kendisiyle dost olmasını, kendi dünyasını inşa etmesini ve bu dünyada anlam bulmasını sağlar.”

Sevdiğimiz adam büyük psikiyatr-düşünür Jung ise:

“Yalnızlık şifa kaynağı…”

Yalnızlık derken çoluk çocuğa karışmayalım demiyorum. Siz derdimi anladınız. Bahsettiğim mânevi yalnızlıktır. Muhiddin Baba da (Arabî) yalnızdır. Niyazi Mısrî de…

Yalnızlığa tahammülü olmayanın işi yok bu bahiste. Bununla barışacaksın. Basiret gözü bir gıdım açılıyorsa eğer kendine de ihtimam göstereceksin. Mesafelerden kurulmuş bir çelik kubbe, e lâzım, geçecek üstünüze…

***

Farkındalık yeni kelime, seküler ortamlar anlasın diye kullanılmakta… “Basiret” öyle mi ya?

Bakarkörlerin anlamadığı şeydir bu. Basiret, Üçüncü Göz diye de tâbir edilen sezgi. Çakra diyenler de var. Biz kutsal söz üstüne derin düşünenlerin kalbindeki ilahi esintiden bahsederiz. İnsaniyet rafının en üstünde oturanların irfânından getiririz kelimeyi. Her halükârda yönümüzü insanıkâmil medeniyetinin ayak izlerine döndürürüz. O bal kokan âriflerin kaldırdığı bulutlara.

Aman basiretin bağlanmasın da…

***

Sadeleşmek gerektiğini hissetmek de mühim. Az eşya, az ihtiras, öz arkadaş. Onla mı yoksa şunla mı hava atsam derken, sabah erken, maazallah ışıklar içinde bir ambulans…

“Dem bu demdir, dem bu dem” şu demek: İdrâkimizin üstündeki külleri üfleyerek, vahdeti vücudu vecd ile vicdan ederek, sezgileri ilhamlara ilikleyerek. Okuyarak dinleyerek ve âlemi hayretle seyrederek…

***

Kâinatın macerasına bak. Sürekli ölüp doğarak, yenilenerek sürmekte. Rahman her an şende, harekette. Biz de öyle…

Bilim söylüyor her salise ölüp diriliyoruz. Hücreler devamlı değişimde. NasReddin romanımda hazret, “Bana damdan düşeni getirin, beni ancak o anlar” der. Söylemek istediği yıkımlar, mânevi ölümler yaşayan insanlardır. Öyle birini ancak bunları yaşamış biri anlar da ondan. Heidegger noktayı koyar: “Sadece anlayan kişi sizi duyar…”

Niyazi Mısrî (garip bülbüllerin şahı) bunu konuşur:

“Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi …. Zahida (Ey Hoca) ayık dururken anlamazsın sen bizi / Cür’a-yı sâfi içip mestân olan anlar bizi…”

Saf hakikat şarabından içip mest olanlar anlar bizi demiş. Büyük aşkın, “kafa güzel” insanlarından söz etmiş. Finalde, Limni Ada’sında yalnızlığın sürgününde, “Sen bu ilde kimseye yâr olmadın / Var senin elbette yârin kândedir?” diye çekmiş gitmiş…

***

İnsanın olgunlaşma yolu, göbek yağı gibi genişleyen yatay bir yol değil. Hz. İnsana doğru yükselen dikey bir yol. Bu bir piramit, merdivenlerini çıkarken tıknefes olmamak için ilahî hikmete muhtaçsın.

Bir de etraf tenhalaştıkça korkmayacaksın…

Meraklısına:
VAV TV’de Mahmud Erol Kılıç “Pergelin Ayağı” adı altında muhteşem bir program yapıyor. Tasavvuf, felsefe, hikmet ve ilham yağmuru. Programı youtube’a da koyuyorlar. Bu zihin zevkini kaçırmayın derim…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu