YAZARLAR

CEM SANCAR / Anneannemin dini

Anneannem Giritli bir öksüz çocuk. Mora Geylâni Dergâhının başındaki Tevhide Molla onu evlatlık almış. Orada büyümüş. Sonra Sorbonne’daki hukuk tahsilini yarım bırakarak dergâha dönen dedem ile evlenmiş. Ardından Balkan Ayaklanması denen büyük Müslüman katliamı başlayınca Osmanlı donanması tarafından İzmir‘e kaçırılmışlar…

***

Osmanlının parçalanışının bütün acısını yaşamış. Dedem cephelerden sağ çıkmış. Yunan işgalinde yine dağ tepe sürülmüşler, milli orduyla birlikte İzmir’e dönerken İzmir’in nasıl yandığını görmüşler. Ardından cumhuriyet. Dedem Taceddin Bey Osmanlı bürokrasisinde mektupçuymuş, tüm okumuş yazmışlar Çanakkale ve sonrası kaybedildiğinden zehir gibi Fransızcasıyla Mustafa Kemal’in ilk vali vekillerinden biri olmuş.

Gazi Paşa dedemi Ankara‘ya meclise çağırmış, o bir yolunu bulmuş gitmemiş. Ardından böbrek yetmezliğinden erken yaşta vefat edince emekli maaşı bir türlü bağlanamamış. Bürokratik engeller denmiş ama esas sorun İkinci Dünya Savaşındaki çöküntü. Sonra 1960 darbesi. Bizimkiler Menderesçi. Bir daha savrulmuşlar. Anam siyasi sürgün, ardından Tekel’den erken emekli.

Savrulmalar bitmemiş. Ya savaş olmuş ya darbe olmuş. Zaten 50’ye kadar cumhuriyet bir diktatörlükle yürümüş. Siyah-beyaz bir filmde, yoksul ve saz benizli insanların ülkesi…

Beni 11-12 yaşıma kadar anneannem yetiştirdi. Anneanneme anne derdim. Daha sonra anneme anne demekte zorlandım. Bu yüzden rahmetliyle aramda her zaman bir tür mesafe oldu. Babam ise… ona ölene kadar “siz” dedik. Dediğim dedik bir jakoben modernist, epeyce hovarda bir askerdi. Aramızdakine mesafe denemez, olsa olsa birkaç ışık yılı uzaktık demek daha münasip.

***

Bir Abdülkadir Geylâni terbiyesiyle büyüdüm. Sabrı, sükutu, lafını tartarak söylemeyi ve rüyalarımı anlatmayı ondan öğrendim… Anneannem İstanbul‘un Aksaray’ında Kâdirî yolunun yolcusu Şemsettin Yeşil Efendinin takipçisiydi. Şemsettin Yeşil mühim adam.

“Günün adamı olma, hakikatin adamı ol. Gün değişir hakikat değişmez.”

“Mezhep-i aşk, ne tatlı bir mezheptir ki ilk dersi daima edep ile başlar.” Demiş…

“Anânem” tavşan derisi mantosunu giyer, dalgalı gri saçlarına ipek başörtüsünü düğümler, gayet ciddi bir çehreyle elimden tutar, dışarı çıkardık. Geçmiş hayatında biriktirdiği bir insan zenginliğine, enteresan evlere misafirliğe giderdik. Ona baş köşe gösterilir, pek hürmet edilirdi. Her sınıftan her meşrepten ailelerdi bunlar. Caddebostan da vardı, Üsküdar İmrahor da Fatih de Beyoğlu da. Sonra 40 mübarek zâtın türbesine gider, dua ederdik. Pirim anneannem buna “kırklama” derdi. Bir uğrağımız da de Hz. İsa idi. Niye diye sorardım, “O da bizim peygamberimiz” derdi. Bana peygamberleri sayar, onların derecelerini anlatırdı. Tabii en sevdiği, çok sevdiği, kendi lisanıyla “Muhammed Mustafa” idi. Çok yakını olan birinden bahsettiği, samimi olduğu telaffuzundan belli olurdu. İmam Ali derseniz, bu onda usul sesle tekrarlanan bir “Haydar Haydar” zikriydi.

Bunları yaparken büyük bir aşkla gözleri parlar, usulca tombul elini göğsüne koyar, başını bir müddet önüne eğerdi. Âdeta gençleşir, yüzünü al basardı.

Öyle mazlum öyle munis olurdu ki, sanki dergâh bahçesindeki öksüz çocuk gelip karşımda dururdu…

***

O bir tasavvuf terkibiydi. Çok tertipli ve de tutumlu kadındı. Evet savaş yıllarını yaşamış insanlar kadar para konusunda tedbiri vardı. Ben bunu cimrilik zannetmiştim. Değildi. Üç kuruş parasıyla zekâtını fitresini hesaplardı.

Kolay değil en üstten en alta düşen seçkin bir aileden geliyordu…

Dedemin karakalem portresi bize duvardan özgüvenli ve araştıran gözlerle bakar, yanındaki sarkaçlı saat çoğunlukla bozulur, hemen berisindeki bohça içindeki yeşil ciltli Musaf indirilir ve oradan bilmediğim müzikli bir dille Kur’an okunurdu.

Anneannem bana heykellere saldırıp Atatürk’ü Koruma Kanunun çıkartılmasına neden olan Ticanîleri anlatır, ahmak bir yobazlık olduğunu söyler, yobaz ne demek diye sorduğumda, “kullanılmaya müsait kaz kafalı cahiller” derdi. Yıllar sonra bir 28 Şubat klasiği olan Fadime Şahin- Müslüm Gündüz olayında hafızamda tozlu dosyaların biri işte böyle açıldı.

O dosya hep açık kaldı…

***

Malda mülkte gözü yoktu. Yalnız küçük dayım geleceği zaman alınıp buzdolabına konan gazozda benim gözüm vardı. Gerçi bana da bir şişe alınırdı fakat… dolaptaki gazozla imtihanım büyüktü. Bir gün bir çizgi romanda bir teknik gördüm, metal parayı üstüne koyup açtım, yarısına kadar içtim, üstüne su doldurdum. O zaman bana, “maymun iştahlısın” demişti. Maymun İştahı beynime, hayvani bir eğilim olarak o vakit kazındı.

***

Benim navigasyonum yani bana yolu gösteren odur. Gerçi genetik kalıtımım gün gelmiş uyanmış, Abdülkadir Geylâni’ye yakıştırdığım bir ses (İçimdeki İhtiyar diye yazmıştım) ileriki yıllarda uyarılarına başlamıştır.

Amma ve lâkin; şu beyin yakan özenti fırtınasında zâtımı, yaptığı mânevi aşıyla koruyan odur.

Kısaca ben anneannemin dinindenim…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu