BÜŞRA ZEYNEP ÖZDEMİR / Hürmüz Boğazı’nda gerilim


ABD Başkanı Donald Trump’ın deyimiyle İsrail – İran arasındaki 12 Gün Savaşları bu yazının kaleme alındığı 27 Haziran itibariyle ateşkesinin dördüncü gününü doldurdu. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu uzunca bir süredir İran’ın hedefinde olduğunu ve bir askeri operasyon planladığını gizleme gereği duymadan hareket ediyordu. Orta Doğu’da İsrail’e tehdit oluşturmayacak yeni bir düzen inşa etme iddiasıyla 7 Ekim 2023’te Gazze‘de başlattığı savaşı Lübnan, Yemen ve Suriye‘de açtığı cephelerle genişletti. Son olarak hedefine İran’ı yerleştiren Netanyahu, Tahran Yönetimi’nin beklemediği derecede güçlü karşılık vermesiyle Körfez’i bir kez daha uluslararası siyasetin merkezine oturtmuş oldu. Ancak söz konusu Körfez olunca mesele yalnızca uluslararası siyasetle sınırlı kalmayıp enerji piyasalarına ve ekonomilere de sirayet etmesi kaçınılmazdı.
Hürmüz Boğazı’nın Kapatılması Tartışmaları
13 Haziran tarihinde İsrail’in düzenlediği saldırılar İran’ın sert cevabıyla planlanandan farklı bir boyut kazandı. İran’ın ses hızından daha yüksek hıza sahip hipersonik füzelerini başkent Tel Aviv dâhil İsrail’in çeşitli yerleşim noktalarına ateşlemesi İsrail’in hamisi ABD’yi savaşa dahil etme çabalarını beraberinde getirdi. Saldırıların ilk gününden itibaren çeşitli düzeylerden İranlı yetkililerin Hürmüz Boğazı’nın kapatılabileceği yönündeki açıklamaları ABD’nin savaşa girmesi ihtimaliyle daha önemli makamlarca telaffuz edilmeye başladı. Petrolün, yumuşak karnı olduğu bilinen Trump’ın ülkesinin savaşa dâhilini engellemeye çalışan İran’da Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Hürmüz Boğazı’nı kapatma yönünde oy kullandı. Yaşanan bu gelişme Boğaz’ın uluslararası enerji piyasaları ve ekonomiler için önemini bir kez daha hatırlattı.
Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi’nin dünyaya açılan kapısı. Körfez, en büyük petrol ve doğal gaz üreticisi ve ihracatçısı ülkelerin önemli bir kısmının kıyılarında yer alıyor. Kuzeyinde İran ve Irak, batısında Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Katar, güneyinde ise Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman ile çevrili Körfez, küresel ekonomi için oldukça önemli. Bu ülkelerde üretilen petrol ve doğal gaz kıyılardaki limanlardan tankerlere doldurularak Hürmüz Boğazı’nı geçerek alıcısıyla buluşuyor. Kabaca dünya petrol ticaretinin yüzde 25’i, LNG ticaretinin ise yüzde 20’si buradan geçiyor. Suudi Arabistan’ın 5,5 milyon varil/gün ile başı çektiği ihracatta sırasıyla Irak, BAE, Kuveyt, İran ve Katar geliyor. Buradan yola çıkan tankerler coğrafi yakınlığın da etkisiyle en çok Asya ülkelerine gidiyor.
Olası bir kapanma durumunda ihracatçı ülkelerin yanı sıra en fazla etkilenecek ülkeler Çin ve Hindistan gibi bölgeden en fazla petrol ve LNG ithal edenler. Irak ve Suudi Arabistan, Hürmüz’e alternatif ihracat rotalarına sahip olsalar da -Irak, Türkiye ile arasındaki ham petrol boru hattı, Suudi Arabistan ise Bab-el Mandep limanı ile ihracat yapabiliyor- hidrokarbon iştahı yüksek Asya piyasalarına ulaşmak için Hürmüz rotası önem taşıyor. İran’ın Boğazı kapatarak bu ülkelerin tamamını karşısına alması, bilhassa pek çok konuda ABD ile karşı karşıya gelen Çin’i de zarara uğratması anlamına gelir. Böyle bir denklemde en çok zarar görecek ülkelerden biri kendisi çünkü Çin’in, Trump’ın tek taraflı yaptırımlarını tanımaması dolayısıyla İran yasaklı petrolünü en çok Çin’e satıyor.
Boğaz, petrolün yanı sıra LNG açısından da oldukça önemli; dünyanın en büyük üçüncü LNG ihracatçısı Katar, Hürmüz Boğazı aracılığıyla pazarlara ulaşıyor. Diğer bölge ülkeleri gibi Katar da en fazla LNG ihracatını Çin başta olmak üzere Asya ülkelerine yapıyor. Üstelik bu ihracatın çok büyük bir kısmı uzun dönemli kontratlara tabii. Dolayısıyla Çin gibi yüksek talebe sahip bir ülkenin Katar’dan alması gerektiği gazı alamaması durumunda spot piyasalara yönelmesi ve arz daralmasına neden olarak fiyatların hesap edilenden daha fazla yükselmesine neden olması muhtemel. Bu durum da LNG ihraç ve ithal eden tüm ülkelerin etkilenmesi anlamına geliyor.
Gelinen noktada, iki ülke arasındaki ateşkes dördüncü gününü doldurmuşken, İran henüz Boğaz’ın kapatılmasına yönelik somut bir adım atmış değil. Boğaz’ın kapatılması ve hidrokarbon ticaretinin askıya alınması bir kenara İran, tüm zamanların en fazla petrol sevkiyatını son günlerde gerçekleştiriyor. Tanker takip sistemlerine göre geçtiğimiz günlerde yaklaşık 6 milyon varillik petrolü tek bir günde tankerlere yükledi. Bu, ABD’nin Katar’da yer alan askeri üssünü vurmasına karşılık İran’a petrol satmaya devam etmesi için müsaade ettiği anlamına geliyor. Trump Yönetimi’nin yakın zamanda İran’a yönelik yaptırımlarını hafifleterek daha fazla ülkeye petrol satabilmesinin önünü açması gündemde. Ancak Trump, ön koşul olarak Çin’in ABD’den petrol satın almaya devam etmesiyle ilişkilendirdi. ABD, piyasaların ve ekonomilerin salahiyeti için müzakereye açık bir imaj çiziyor.
Olası Kapanmaya Karşı Alınabilecek Önlemler
Türkiye, petrol ve doğal gaz talebinin önemli bir kısmını ithalat yoluyla karşılayan ülkelerden biri. Talebini doğrudan Hürmüz Boğazı üzerinden temin etmediği durumda dahi Boğaz’ın kapanması dolayısıyla yükselecek fiyatlardan ve arz kısıtından etkilenmesi kaçınılmaz. Orta Doğu gibi suların hiçbir zaman durulmadığı bir bölgeye komşu olan Türkiye’nin enerji politikasında da çeşitli önlemler alma çalışmaları uzun yıllardır sürüyor.
Türkiye, 20 yılı aşkın süredir enerji arz güvenliğini artırmak ve jeopolitik risklere karşı kırılganlığını azaltmak için en başta tükettiği enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye yöneliyor. Yenilenebilir enerji kaynakları alanındaki yatırımlar, nükleer enerjinin enerji karışımında yer alması çalışmaları bu hususta oldukça önemli. Elektrik enerjisi arzında küresel piyasalardan etkilenmeye açık olan kömür ve doğal gazın yanına yenilenebilir kaynakların payını mümkün olduğunca artırarak elektrik arzının güvenliğini artırmayı hedefliyor. Son 20 yılda kurulu güçte oluşan değişim, bu açıdan takdire şayan. 2002 yılında hidroelektriğin domine ettiği yenilenebilir kaynaklı kurulu gücü 12 bin 277 MW iken aradan geçen 20 yıldan fazla sürede rüzgâr, güneş, biyokütle ve jeotermal enerjinin de eklenmesiyle 2024 yıl sonunda 5,5 kattan fazla artışla 68 bin 222 MW’a ulaşıyor. Bu sayede yenilenebilir kaynaklı elektrik enerjisi üretimi 2002 yılında yüzde 26 iken 2024 yıl sonunda yaklaşık yüzde 43’e olarak kayıtlara geçiyor. 2053’te Net Sıfır Emisyon hedefine ulaşabilmek için 2035 yılına dek yalnızca rüzgar ve güneşe dayalı kurulu gücü 30 bin MW seviyesinden 120 bin MW seviyesine çıkarmayı hedeflemesi, 2053 yılına dek de bu artışı katlayarak sürdürme hedefi dışa bağımlılığı azaltmadaki kararlılığı gözler önüne seriyor.
Yenilenebilir ve nükleer yatırımının yanı sıra hidrokarbon ithal ettiği ülkeleri, rotaları ve tedarik yöntemini de çeşitlendirmeye gayret gösteren Türkiye bu konuda da pek çok ülkeden daha fazla aşama kaydetmiş durumda. Rusya, Azerbaycan ve İran’dan boru hatlarıyla ithal ettiği doğalgaza ek olarak LNG ithalatı için kapasitesini artırıyor. İki adet kara ve üç adet yüzer yeniden gazlaştırma terminali ile uzun dönemli kontratların yanı sıra anlık olarak değişen talebe ve konjonktürel değişimlere karşı spot piyasalar üzerinden de LNG ithal ediyor. Bunun yanında petrol ve doğal gaz depolama faaliyetlerine de önem verildiğinin altını çizmek gerek. Özel sektör tarafından depolanan petrole ek olarak Marmara Ereğlisi ve Tuz Gölü’nde karada ve üç adet yüzer gazlaştırma ve depolama terminalinde de denizde doğal gaz depolayabiliyor.
Son olarak Ankara’nın siyaset gündeminde de enerji güvenliğine önem verdiğini ve konu üzerinde hassasiyetle çalıştığını belirtmek gerek. Kriz anlarında diplomasi kanallarını kullanarak duruma hakim olmaya çalışması, çatışan/anlaşmazlık yaşayan ülkeler arasında arabuluculuk yapma girişimleri ve enerji diplomasisini dış politikasında ilk sıralarda tutması Türkiye’nin enerji arz güvenliği meselesini son derece ciddiyetle ele aldığını gösteriyor.