Bu mucizenin mimarı Başkan Erdoğan

6 Şubat 2023…
Türkiye, tarihinin en ağır imtihanlarından biriyle yüz yüze kaldı. “Küçük kıyamet” denilen o büyük deprem, 7’si büyükşehir olmak üzere 11 ili, yaklaşık 14 milyon insanın hayatını aynı anda etkiledi. 50 bini aşkın can kaybedildi. Özellikle Hatay‘da, şehirler sadece yıkılmadı; hafıza da enkaz altında kaldı. O günlerde enkazın arasında dolaşan herkesin zihninde aynı soru vardı:
“Burası yeniden nasıl ayağa kalkacak?”
Daha doğrusu, çoğu kişi bunun on yıllar süreceğini düşünüyordu. Tam da bu ruh hâlinde, Hatay’daki AFAD merkezinden yükselen ses, alışılmışın dışında bir sakinlik taşıyordu. Aceleci değildi, savunmacı hiç değildi. Recep Tayyip Erdoğan, olup biteni tarif etmiyor; olacak olanın sınırını çiziyordu:
“Şehirlerimizi; konutuyla, işyeriyle, sanayisiyle, tarımıyla, tarihi ve kültürel dokusuyla, en küçük bir ihmale yer bırakmadan yeniden ayağa kaldıracağız.”

O gün bu sözler kimilerine fazla iddialı geldi. Kimileri içinse yıkım, bir “bekleme” gerekçesiydi. Çünkü yıkıntılar arasında konuşmak kolaydı; asıl mesele, enkaz kalktıktan sonra ne yapılacağıydı. Aradan zaman geçti. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yeniden Hatay’daydı. Bu kez sözlerin yerini rakamlar, vaatlerin yerini sokaklar almıştı:
“Hatay’ın bize duyduğu güveni boşa çıkarmamak için gece gündüz çalıştık. Depremin vurduğu 11 ilimizde yapımı tamamlanan 455 bininci afet konutumuzu hak sahibi kardeşlerimize teslim etmenin gururunu yaşıyoruz.”
Bir zamanlar “Enkazın kaldırılması bile yıllar sürer” denilen alanlarda bugün; evler, işyerleri, çarşılar, altyapılar, köprüler, meydanlar, sahil düzenlemeleri ve köy yerleşimleri bir bütün olarak yeniden kurulmuş durumda.
Bu tabloya bakınca insan ister istemez şunu düşünüyor: Bu, sadece bir inşaat faaliyeti değil; olağanüstü bir organizasyon sınavıdır. Bu sınavın sahadaki karşılığını, Murat Kurum ile Hatay’ın yeni merkezinde, Atatürk, Fatih ve Kurtuluş caddelerinde yürürken görmek mümkün. Ortada geçici bir vitrin yok. Şehir nefes alıyor. Hayat, kendi temposuyla geri dönmüş durumda.
Gidin görün… Hatay’ı, Kurtuluş Caddesi’ni, Atatürk Bulvarı’nı, İskenderun sahil şeridini… Emek Mahallesi’ni, Kahramanmaraş’ta Azerbaycan Mahallesi’ni, Malatya’da İkizce’yi ve Bakırcılar Çarşısı’nı, Adıyaman’da İndere’yi… Bunları gördükten sonra, Mehmet Akif Ersoy‘un o meşhur tespiti kendiliğinden zihne düşüyor:
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,
İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.
Ama ‘hadi gel yapalım şunu geri’ desen,
Bir Sinan, bir de Süleyman gerek…”
Deprem şehirleri yıktı, birilerinin de yıkıntılar üzerinden algı operasyonlarıyla yapmadıkları şey kalmadı: Bu işin en kolay tarafıydı. Zor olansa yapmak ve mucizeye imza atmaktı. Bunu da günümüzün Süleyman’ı Başkan Erdoğan başardı. Zorluklar karşısında geri adım atmadı. Ayak direten “Bu kadar kısa sürede bu işi başaramayız” diyen bürokrasiye kulak asmadı. Sonuçta 11 şehir küllerinden yeniden doğdu. Başkan Erdoğan’ın bugünkü başarısını yeminli AK Parti düşmanları bile takdir etmek zorunda kaldı. Bu süreçte elbette yalnız değildi. 200 bin çalışanla birlikte deprem bölgesinde gecesini gündüzüne katan Bakan Murat Kurum en büyük destekçileriydi.
YIKICILAR İLE YAPICILAR FARKI
Bu başarının ne anlama geldiği sahada dolaşınca çok daha iyi anlaşılıyor. Sadece iki cami örneği bile “yıkıcılar” ile “yapıcılar” arasındaki farkı göstermeye yetiyor. Zaman, kimin konuştuğunu değil, kimin yaptığını yine kayda geçirdi. Bu farkı görmek için bazen büyük laflara değil, iki yapıya bakmak yeter.
Biri, bu coğrafyanın ilk Müslüman mabedi olan Habib-i Neccar Camii… Diğeri, Hatay Ulu Cami… İkisi de yıkıldı. Birini AK Partili, diğerini CHP’li belediye üstlendi. Biri, eskisinden daha sağlam ve vakur biçimde ayağa kalktı. Diğeri ise hâlâ bekliyor. Bazen bir ülkenin hikâyesi, iki manzara arasındaki farkta gizlidir. Ve bazen, soruların cevabı yüksek sesle değil, ortaya çıkan tabloyla verilir.



