BERCAN TUTAR / ABD’nin siyonist paradoksu: İran


ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun göreve ilk başladığında yaptığı kritik açıklamalardan biri de dünyanın artık çok kutuplu olduğunu ve ABD’nin tek hegemon olmadığını vurgulamasıydı. Bu açıklama çığır açıcıydı. Nitekim Rubio bu konuyu daha da netleştirmek için bazen “Ben küresel dışişleri bakanı değil ABD’nin dışişleri bakanıyım” ifadesini kullanıyor.
Bu bakış açısına eskiden olsa ABD içinden yoğun bir eleştiri gelirdi. Bu kez kimse Rubio’yu kınamadı. Hatta tam tersine övgüler aldı. Çoğu analist Soğuk Savaş‘tan sonraki hiçbir yönetimin dünyayı bu kadar iyi okuyamadığını dile getirdi. Bu gerçeği biraz olsun fark edenler ise siyonist oligarşinin, savaş lobilerinin ve küreselcilerin tepkileri nedeniyle resmin tamamını görmezden geldi.
Olaylara bu çerçeveden bakan Amerikalı dış politika analisti Anthony J. Constantini haliyle Trump yönetiminin son dönemlerde İran’a odaklanmasını kafa karıştırıcı buluyor. Constantini, siyonist lobinin korkusuyla açık açık söylemese de ABD’nin kendi ulusal çıkarları nedeniyle değil de İsrail lobisinin zorlaması sonucu İran’a odaklandığını gayet iyi biliyor.
***
Tek kutupluluğun aksine çünkü çok kutuplulukta asıl hedef İran gibi bölgesel güçlerden ziyade diğer küresel kutuplarla (Rusya ve Çin) mücadeledir. Amaç diğer kutbu temsil eden aktörlerle ya bir denge kurmak ya da onları yenmektir. Dolayısıyla çok kutupluluk daha becerikli ve daha katmanlı bir stratejiyi gerektirir. Çok kutuplu stratejinin üç sacayağından ilki her kutbun kendi alanındaki hâkimiyetini sürdürmesidir. İkinci sacayağı kutuplar arası dengedir. Üçüncü sacayağı ise ideal hedeflerden ziyade ulusal güvenlik çıkarlarına odaklanmaktır.
İlk sacayağındaki aksiyomdan bakacak olursak ABD kendi dünyasında tek hegemon görünüyor. Ancak Kanada, Avrupa ve İsrail gibi müttefikleriyle pürüzlerini tam anlamıyla aşabilmiş değil. Son olarak Kanada ve Avrupa Birliği (AB) 23 Haziran’da Brüksel‘de bir savunma ve güvenlik paktı imzaladı. NATO’yu bypass eden bu hamle ABD’nin liderlik ettiği Batı dünyasında bir bölünmeye başladığının göstergesidir.
Çok kutupluluğun ikinci aksiyomu olan denge politikasına gelince orada da sıkıntılar var. Örneğin ABD, Rusya’nın Ukrayna krizinde denge sağlayamadı. Bu yüzden de ABD’nin izlediği riskli strateji Rusya ve Çin’in daha da yakınlaştırarak çok kutuplu dengeyi bozdu. Çok kutuplu dünya anlayışının üçüncü aksiyomunun merceğinden baktığımızda da ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerinde de pek çok pürüz görünüyor.
***
Özellikle de ABD’nin İran veya İsrail politikasında karşımıza birçok tutarsızlık çıkıyor. ABD’nin yeni çok kutupluluk doktrinine göre İran, ABD için bir ulusal güvenlik tehdidi değil.
Zira ABD’nin etki alanından çok uzakta. Ekonomik ve enerji bakımından da ABD için bir risk içermiyor. Tek sorunlu nokta İran’ın Rusya ve Çin’e karşı denge politikasında oynayabileceği roldür.
Ancak bu rol de sınırlı ve net değil. Nitekim Rusya ve Çin’in İsrail-İran savaşında takındığı kayıtsız tavır, bize İran’ın bu iki kutup için o kadar da hayati bir öneme sahip olmadığını gösteriyor. Bu bağlamda İran’da olası bir rejim değişikliğinin ABD’nin ulusal çıkarlarına hizmet edeceği iddiası da havada kalıyor. Zira mollalardan kurtulan İranlıların Amerikan yanlısı bir hükümete oy vereceğinin bir garantisi yok.
Hâsılı kelam, nereden bakılırsa bakılsın ABD’nin İran stratejisi onun çok kutuplu doktrini zehirliyor. ABD’nin ulusal ve küresel çıkarlarını temsil etmiyor. Geriye sadece İsrail ve savaş yanlısı Siyonist lobilerin talepleri kalıyor.
Haliyle ABD’nin çok kutuplu dünyada hareket edebileceği birçok yol varken siyonist baskıdan dolayı sadece İran’a odaklanması ABD’yi zorluyor. Trump, bu baskının ABD’nin dikkatini ve gücünü dağıttığının farkında.
Ancak istediği serbest hareket alanına sahip değil. Bu nedenle zikzaklar çiziyor.