ALİ OSMAN KARAOĞLU / Uluslararası Hukuk Perspektifinden Gazze’nin İşgali Ve Tahliyesi Planı


İsrail kabinesi adına konuşan Başbakan Netanyahu, Gazze Şehri’nin (Gazze Şeridi’nde bulunan beş şehirden biri) işgal edilmesi gerektiğini açıklamıştır. İsrail hükümetine göre Hamas’ı yenmenin tek yolu tüm Gazze’nin işgal edilip Hamas’ın çıkarılmasıdır. Buna göre Gazze Şehri üzerinde kontrol sağlanacak ve nüfusun tahliye edilmesi temin edilecektir. İsrail basınında yer alan haberlere göre amaç 7 Ekim 2025’e kadar Gazze Şehri’ni kuşatma altına almak, bir milyon kişiyi yeni bölgelere tahliye etmek ve insani yardım dağıtımı için 12 ek nokta kurmaktır. Bu anlamda Gazze halkının tamamen tahliye edilmesi ya da Gazze’nin Batı Şeria benzeri bir yere çevrileceği hususu belirsizdir. Ancak işgalin devamının geleceği ve Gazze Şeridi’nin tamamının işgal edilmeye çalışılacağı aşikar gözükmektedir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki hem BM Genel Sekreteri Antonio Guterres hem de aralarında Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, İtalya, İspanya, İsveç, Finlandiya, Hollanda, Danimarka, Türkiye, Kanada, Avustralya, Çin, Mısır, Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Ürdün, Endonezya ve Pakistan’ın yer aldığı birçok devlet böyle bir işgale kalkışmaması gerektiği hususunda İsrail’i uyarmıştır.
Devletlere göre böyle bir eylem insani krizi derinleştirecek, yıkımı büyütecek ve kitlesel göçe neden olacaktır. Bu nedenle İsrail, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerine uymalı ve Gazze’yi işgal planından vazgeçmelidir. Böyle bir adım aynı zamanda iki devletli çözüm fikrini de tehlikeye atacaktır. Bütün uyarılara rağmen İsrail Savunma Bakanı Katz, devletlerin düşüncelerinin İsrail’i kararından döndüremeyeceğini ve Gazze’ye güçlü bir şekilde saldıracaklarını açıklamıştır. İşgal planına hem birtakım askeri yetkililer hem de rehinelerin aileleri tepki göstermiş ancak İsrail kabinesi henüz geri adım atmamıştır.
Belirtmeliyiz ki Gazze Şeridi zaten 7 Ekim öncesinde de işgal altındaydı. BM raporlarına göre Gazze’nin deniz ve hava ülkesi ile kara sınırlarının işgal edilmiş olması abluka adı altında Gazze’de işgalin yeniden tesis edildiğini göstermektedir. Bu anlamda 7 Ekim sonrasında oluşan durum, esasen işgalin adım adım genişletilmesi ve derinleştirilmesidir. Nitekim BM kuruluşları tarafından yayınlanan belgelere bakıldığında bugün Gazze Şehri ile biraz güneyindeki sahil şeridine yakın alan dışında Gazze Şeridi’nin kalan kısmı İsrail’in askeri işgali altındadır.
İsrail’in kalan bölgeleri de ele geçirmesi öncekiler gibi uluslararası hukuka aykırı olacaktır. Ancak bu durum yine de İsrail’e yeni işgal ettiği bölgeler bakımından da işgalci yükümlülükleri yükleyecektir. Nitekim İsrail içerisinde yeni işgal planına karşı çıkan birtakım üst düzey görevlilerin temel argümanları İsrail’in Gazze’yi kontrol edemeyeceği, yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği ve bölgeyi daha büyük kaosa sürükleyeceği üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Netanyahu’nun ısrarla bölgenin tahliye edileceğini söylemesi ise işgalcinin yükümlülüklerini azaltmaya dönük bir hamle olarak görülebilir. Zira İsrail’in de taraf olduğu 1949 tarihli 4. Cenevre Konvansiyonu 47-78 maddeleri arasında işgalcinin sivil halka yönelik yükümlülüklerini düzenlemektedir. Aslında insancıl hukuk bakımından çatışmanın hukuki olup olmadığının değerlendirilmesinden çok fiili durum önemlidir. Fiili durumda kontrol İsrail’de olacağı için işgalcinin yükümlülüklerin de İsrail tarafından yerine getirilmesi gerekmektedir. Zira gündelik sivil ihtiyaçlar, savaş ile ortadan kalkmamaktadır. Uluslararası hukuka göre bir ordu fiilen bir bölgeyi kontrol altına aldığında, işgal hukukunun temel yükümlülüğü devreye girer ve işgalci devlet mümkün olduğu ölçüde kamu düzenini ve güvenliğini yeniden tesis etmek ve mevcut ülke yasalarına saygı göstermek zorunda kalır. İşgalci, yerel nüfusun refahı ile bireysel haklarını ve bölgedeki halkın kendi kaderini tayin hakkını gözetmek zorundadır. İsrail ise bu yükümlülükleri yıllardan beri ihlal ettiği gibi yeni Gazze işgal planında bu yükümlülüklerden kaçınmanın yolunu bölgeyi tahliye etmekte görmektedir.
İşgal durumunda dahi mecburiyet olmadıkça zorla kitle transferi uluslararası hukukta yasaklanmıştır. 4. Cenevre Konvansiyonu’nun 49. maddesine göre; Sebebi ne olursa olsun, korunan kişilerin (sivillerin), işgal altındaki topraklardan işgalci devletin topraklarına veya başka herhangi bir ülkeye (işgal altında olsun ya da olmasın) bireysel ya da toplu zorla nakledilmeleri veya sınır dışı edilmeleri yasaktır. Bununla birlikte işgalci güç, nüfusun güvenliği veya zorunlu askerî nedenler gerektirdiğinde belirli bir bölgenin tamamen veya kısmen tahliyesini gerçekleştirebilir. Ancak, bu tür tahliyeler, zorunlu fiili nedenlerle mecburi olmadıkça, korunan kişilerin işgal altındaki toprakların dışına çıkarılmasını içermemelidir. Tahliye edilen kişiler, ilgili bölgedeki çatışmalar sona erdiğinde en kısa sürede evlerine geri gönderilmelidir. Bu tür nakil veya tahliyeleri gerçekleştiren işgalci güç, mümkün olan en yüksek ölçüde, korunan kişilere yetecek uygun barınma imkânları sağlamak, tahliyelerin hijyen, sağlık, güvenlik ve beslenme açısından tatmin edici koşullarda yapılmasını temin etmek ve aynı ailenin üyelerinin birbirinden ayrılmamasını güvence altına almakla yükümlüdür.
İşgalci güç, nüfusun güvenliği veya zorunlu askerî nedenler gerektirmedikçe, korunan kişileri savaş tehlikesine maruz kalan bir bölgede tutamaz. İşgalci güç, kendi sivil nüfusunun bir kısmını işgal ettiği topraklara sürgün edemez veya nakledemez. Somut duruma bakıldığında İsrail’in Gazze halkını 49. maddede bahsedildiği şekilde geçici ve güvenli bir şekilde tahliye etmeyeceği açıktır. Zira İsrail mevcut durumda dahi Uluslararası Adalet Divanı’nın tedbir kararlarına uymayarak insani yardıma izin vermemektedir. Gazze işgalinin derinleştirilmesi, Soykırımın ve insani krizin derinleştirilmesi ile aynı anlama gelmektedir.
Öte yandan İsrailli yetkililer Netanyahu ve Gallant hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen bir süreç olduğu ve her iki isim hakkında da insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından yakalama emri çıkartıldığı bilinmektedir. Gazze’nin tamamen işgal edilerek halkının zorla transfer edilmesi yeni bir insanlığa karşı suç teşkil edecek ve kuvvetle muhtemel mevcut soruşturmaya eklenecektir. Zira Roma Statüsü’nün insanlığa karşı suçları düzenleyen 7. maddesinin 1/(d) bendi kitlesel sürgün ve zorla yapılan kitle transferini insanlığa karşı suç olarak saymaktadır. Roma Statüsü’nün 7/1. maddesi insanlığa karşı suçları şu şekilde sıralamaktadır: Bu Statü’nün amacı doğrultusunda insanlığa karşı suç, herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak, bu saldırının bilinciyle işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi birini ifade eder: (a) Kasten öldürme; (b) Toplu imha; (c) Köleleştirme; (d) Sürgün veya zorla kitle transferi; (e) Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek özgürlüğünden yoksun bırakma veya diğer ağır fiziksel özgürlük kısıtlamaları; (f) İşkence; (g) Tecavüz, cinsel kölelik, zorla fuhuş, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkta diğer herhangi bir cinsel şiddet türü; (h) Bu paragrafta belirtilen fiillerden herhangi biriyle veya Mahkeme’nin yetki alanına giren diğer suçlarla bağlantılı olarak; herhangi bir belirlenebilir grup veya topluluğa yönelik siyasi, ırksal, ulusal, etnik, kültürel, dini veya 3. paragrafta tanımlandığı şekilde cinsiyete dayalı ya da uluslararası hukuk tarafından evrensel olarak kabul edilemez sayılan diğer gerekçelere dayalı zulüm; (i) Zorla kaybetme; (j) Apartheid suçu; (k) Büyük acılara veya ciddi bedensel, zihinsel ya da fiziksel yaralanmalara kasıtlı olarak neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı fiiller.
Görüldüğü üzere İsrail halihazırda maddede ifade edilen suçların neredeyse tamamını işlemektedir. Zaten “suçların suçu” (crime of crimes) olarak ifade edilen Soykırım suçunu dahi kural tanımaksızın işleyen bir İsrail yönetiminden Gazze halkına bu defa hukuk ve vicdan çerçevesinde yaklaşmasını beklemek meseleyi okuyamamakla eşdeğerdir. Artık hukuk yaklaşımından yaptırım yaklaşımına geçilmesi gerekmektedir. Nitekim bu hukukun da gereğidir.