Adaletin sürdürülebilirlikle reddedilemez ilişkisi


BM’nin 17 maddelik meşhur Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları mevzusu nedense daha çok çevreyi koruma perspektifinden ilerliyor. Oysa bu 17 maddenin içinde açlığa son, yoksulluğa son, barış ve adalet gibi sosyal kalkınmaya dönük hedefler daha çok. 17 maddenin sadece 5’i, doğrudan çevreyi korumakla ilgili. Yani çevresiz olmaz ama sürdürülebilir bir dünya ancak yeryüzünde adaletin sağlanması ile mümkün. Gelin görün ki bu adaletsiz dünyada konu sürdürülebilirlik bile olsa kayırmacılığın en büyüğü yaşanıyor. Politikacıların ve diplomatların kapalı kapılar ardındaki gizli ve yanlı anlaşmalarından söz etmiyorum. Ne de olsa onları kanıtlamamız mümkün değil. Kast ettiğim bu gizli ve yanlı anlaşmalar için gerekli zemini hazırlamaya yönelik kamuoyu paylaşımları ve medyanın yansıttığı taraflı dil. Örnek çok ama Türkiye ile Avustralya arasında devam eden COP31 rekabeti ile ilgili uluslararası medyadaki haberlerden birkaç ‘kelime’ ile konunun ne kadar ciddi olduğuna işaret edeyim. Daha önce COP26’ya (2020’de Glasgow’da gerçekleşti) talip olan ve ‘sonraki zirveler için destek’ sözü veren İngiltere’ye bırakan Türkiye, Avustralya ile COP31 zirvesi için yarışıyor. 2026’da gerçekleşecek zirvenin evsahibinin belirlenmesi Kasım ayında Brezilya’da yapılacak COP30’a kaldı. Peki, yarış adil devam ediyor mu, hayır.
Genelde bir ya da iki yıl önceden bir sonraki zirvenin evsahibi belli olur. Bu seferki gecikmenin bana göre tek sebebi adaylardan birinin Türkiye olması ve geri adım atmaması. Şimdi uzun uzun yazamayacağım teamüllere göre 2026 zirvesinin evsahipliği için sıra aslında Avrupa Bölgesi’nde. Avrupa‘dan da tek aday Türkiye olduğuna göre basitçe teamüller işletilse COP31’in evsahibi daha Bakü’de belli olurdu. Türkiye’nin dahil olduğu Batı Avrupa Bölgesi ve Diğerleri Grubu’ndan (WEOG) ortak bir karar çıkmamasının sebebi ise İsrail’in de bu grupta yer alması. İşin içinde İsrail‘in olduğunu söyleyince taşlar hemen yerine oturdu değil mi?
Bu yüzden uluslararası kamuoyunu etkileyen yayınların haber diline bakarsanız COP31’e evsahipliği yapmak Avustralya‘nın hakkı ya da böylesi önemli bir etkinliğe Avustralya, Türkiye’den daha iyi evsahipliği yapabilir. Üstelik bütün bu kesin yargılara ilişkin herhangi bir kanıt, destekleyici herhangi bir argüman ortaya koyma gereği bile görmeden yayınlarını sistematik bir şekilde sürdürüyorlar. Kullanılan dil o kadar yanlı ki örneğin geçen ay bu konuda bir sonuç çıkması umulan Almanya’nın Bonn kentindeki BM müzakerelerinin aktarıldığı haberlerdeki kelime seçimleri çok dikkat çekiciydi. Türkiye’nin, Avustralya ile COP31 ‘itişmesi’ mesela. Avustralya ve Türkiye’nin COP31 itişmesi denilebilir. Ama hayır, itişen ülke Türkiye! Türkiye aleyhine böylesine ustaca kullanılan bir ifade daha var aklımda kalan. Sırada bekleyenlerin önüne geçmeye çalışanlar için kullanılan ‘kaynak yapma‘ ifadesiyle Türkiye’yi hakkı olmadığı halde bu zirveye talip olmakla suçluyorlar adeta. Ardından Türkiye’nin neden bu evsahipliği konusunda bu kadar ısrarcı olduğunun anlaşılamadığını belirten yorumlara, ‘olsa olsa politik ya da ticari çıkarlar‘ şeklinde kıdemli (!) iklim analistlerinin yorumlarını ekliyorlar.
İsrail faktörünü söyledim zaten bence bir diğer önemli neden de Türkiye’nin gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında köprü kurabilecek tek ülke olması. Gelişmiş ülkeler zenginliklerinin sebep olduğu felaketlerle yüzleşmek yerine, Avustralya’da yeni vaadlerle dünyanın geri kalanını uyutmaya devam etmenin peşinde.