YAZARLAR

FATİH SİNAN ESEN / Küresel Teknoloji Devlerinin Soykırımla İmtihanı

Her gün kullandığımız akıllı telefonların, sosyal medya uygulamalarının ve bulut servislerinin, Gazze’de işlenen bir soykırımın sessiz ortakları olabileceği hiç aklınıza gelir mi? Google, Amazon, Microsoft, Meta ve Apple gibi isimler, ilerlemenin ve medeniyetin sembolleri olarak sunulur. Ancak bu parlak yüzeyin altında, Gazze’de on binlerce masum insanın hayatına mal olan ve Birleşmiş Milletler uzmanlarının “soykırım ekonomisi” olarak adlandırdığı karanlık bir yapının temel direkleri gizlenmektedir. Çoğu Silikon Vadisi merkezli bu küresel şirketler, “tarafsız teknoloji sağlayıcısı” maskesinin ardına sığınarak, İsrail’in on yıllardır süren işgal ve apartheid rejimini beslemekte, Gazze’deki acımasız saldırganlığına ve soykırım eylemlerine rağmen bu devlete hem teknolojik altyapı hem de finansal destek sunarak modern savaş suçlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Onların bulut sunucuları Gazze’yi vuran bombaların hedef verilerini işlerken, sosyal medya platformları Filistinlilerin çığlıklarını sistematik olarak susturmaktadır. Bu durum, 21. yüzyıl savaşlarında kurumsal suç ortaklığının nasıl işlediğini gözler önüne seren, vicdani ve hukuki bir hesaplaşmayı zorunlu kılmaktadır.

Bulutların Ardındaki Savaş

Modern savaşlar artık sadece tanklar ve tüfeklerle değil, aynı zamanda veri ve algoritmalarla yürütülüyor. Bu yeni savaş doktrininin kalbinde ise “bulut bilişim” teknolojisi yatıyor. Google ve Amazon’un 2021 yılında İsrail hükümetiyle imzaladığı 1,2 milyar dolarlık devasa “Project Nimbus” anlaşması, bu kanlı ortaklığın en somut delilidir. Resmi olarak proje, İsrail hükümetine ve “savunma kurumlarına” kapsamlı bir bulut bilişim ve yapay zekâ altyapısı sağlamayı amaçlıyordu. Şirketler, bu teknolojinin silah veya istihbarat servisleriyle ilgili olmadığını, sivil amaçlı olduğunu iddia etseler de sızdırılan belgeler ve İsrail Maliye Bakanlığı‘nın ilk andaki açıklamaları, projenin en başından beri askeri amaçlara hizmet edeceğinin bilindiğini ortaya koymaktadır. Anlaşmanın en şeytani detayı ise, Google ve Amazon’u, uluslararası boykot baskısı nedeniyle hizmetleri durdurmaktan yasal olarak meneden özel maddeler içermesidir. Bu durum, şirketlerin, teknolojilerinin bir soykırımda kullanıldığına dair kanıtlar artsa bile, ticari bağlarını koparamayacak şekilde kendilerini İsrail’in suçlarına zincirlediklerini göstermektedir.

Peki, ‘sadece teknoloji satıyoruz’ savunması, bu derecede bir suç ortaklığını ahlaken meşru kılabilir mi? Benzer şekilde Microsoft da Azure bulut platformu aracılığıyla İsrail Savunma Bakanlığı’na doğrudan yazılım, yapay zekâ ve bulut altyapısı sağlamaktadır. Şirketin, İsrail’in en kötü şöhretli istihbarat birimi olan ve milyonlarca Filistinliyi gözetleyen Unit 8200 ile stratejik ortaklık kurması, bu iş birliğinin ne kadar derin olduğunu kanıtlar niteliktedir. Sızdırılan belgelere göre, 7 Ekim 2023 sonrası Gazze’ye yönelik saldırıların başlamasıyla İsrail ordusunun Azure AI hizmetleri tüketimi tam 64 kat artmıştır. Bu artış Gazze’deki yıkımın ölçeği ile Microsoft’un sağladığı teknolojik güç arasında doğrudan ve kanlı bir korelasyon olduğunu ispatlamaktadır.

Silikon Vadisi’nin sağladığı bu devasa altyapı, sadece veri depolamak için değil, aynı zamanda Gazze’de on binlerce insanı birer hedef haline getiren, yapay zekâ destekli bir “kitlesel suikast fabrikasını” çalıştırmak için kullanılıyor. İsrail merkezli yayınların ortaya çıkardığı “Lavender” ve “The Gospel” adlı yapay zekâ sistemleri, bu teknokratik soykırımın merkezinde yer alıyor. Bu sistemler, Google, Amazon ve Microsoft’un bulut platformlarında depolanan milyonlarca telefon görüşmesi, drone görüntüsü ve sosyal medya verisini analiz ederek Hamas ile bağlantılı olduğu “şüphelenilen” on binlerce Filistinliyi potansiyel hedef olarak işaretliyor. Savaşın ilk haftalarında “Lavender” sisteminin 37 bin kadar Filistinliyi şüpheli olarak fişlediği rapor edilmiştir.

İşin en korkunç yanı, bu hedefleme sürecindeki insan denetiminin neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış olmasıdır. Sürecin dehşet verici mekanikliği ise detaylarda gizli: Bir insanın hayatına son verecek kararın bir operatör tarafından onaylanması için harcanan süre, ortalama sadece 20 saniye, yani bir bardak su içmekle eşdeğer sürede verilen bir ölüm emridir. Bunu görevliler “kauçuk damga” adıyla, formaliteden ibaret bir süreç olarak tanımlıyorlar. Sistemin yaklaşık yüzde 10’luk bir hata payına sahip olduğu bilinmesine rağmen, ordunun %90 doğruluk oranını yeterli bularak yaygın kullanımına onay vermesi, binlerce masum sivilin bir algoritma hatasıyla kasıtlı olarak hedef haline getirildiği anlamına gelmektedir. Daha da vahimi, sistemin sivil kayıplarını askeri stratejinin hesaplanmış bir parçası haline getirmesidir. Sızan bilgilere göre, ordu, Lavender’ın işaretlediği her bir alt düzey hedef için 15 ila 20 sivilin öldürülmesine önceden izin vermiştir. Bu, “tali hasar” kavramının nasıl çarpıtıldığını ve sivil hayatların ne kadar değersiz görüldüğünü göstermektedir.

Sessiz Silahlar: Sansür ve Finansman

Savaş sadece askeri alanda değil, aynı zamanda enformasyon ve finans alanlarında da sürüyor. Bu cephelerin en önemli aktörleri ise Meta (Facebook ve Instagram) ve Apple’dır. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün kapsamlı raporu, Meta platformlarının 7 Ekim’den bu yana Filistin halkının sesini boğmak için sistematik bir sansür mekanizması işlettiğini somut kanıtlarla belgelemektedir. Filistin’i destekleyen binlerce barışçıl içerik kaldırılırken, hesaplar askıya alınırken ve en sinsi yöntem olan “gölge yasaklama” ile Filistin yanlısı paylaşımların görünürlüğü kasıtlı olarak düşürülürken, İsrail propagandası serbestçe yayılmaya devam etmektedir. Bu dijital apartheid, Meta’nın büyük ölçüde ABD hükümetinin “terör örgütleri” listelerini esas alan ve Filistin direnişine dair meşru söylemleri orantısız şekilde hedef alan politikalarından kaynaklanmaktadır.

Apple ise suç ortaklığını daha dolaylı ama bir o kadar da tehlikeli bir yolla, finansman üzerinden sürdürmektedir. Ortaya çıkarılan belgelere göre Apple, çalışanlarının yaptığı bağışları bire bir oranında eşleştirdiği bir platform aracılığıyla, kurumsal fonlarının İsrail ordusuna doğrudan para toplayan kuruluşlara ve işgal altındaki Batı Şeria’da yasadışı Yahudi yerleşimlerini destekleyen organizasyonlara aktarılmasına göz yummaktadır. Apple’ın sergilediği bu seçici ahlak, şirketin kurumsal değerlerinin ne kadar konjonktürel olduğunu gözler önüne sermektedir. Ukrayna söz konusu olduğunda bir ‘işgal karşıtı kahraman’ kesilen şirket, konu Filistin’in on yıllardır süren yasadışı işgali olunca, işgalcileri finanse eden bir suç ortağına dönüşmekten çekinmemektedir. Bu durum, ikiyüzlülükten öte, stratejik bir suç ortaklığıdır.

İçerideki Vicdani İsyan

Bu karanlık tabloya rağmen, umut ışığı yine insanın vicdanından yükseliyor. Teknoloji devlerinin yönetim kurulları bu suçlara ortak olurken, şirketlerin koridorlarında vicdan sahibi çalışanlar sessiz kalmayı reddediyor. “Apartheid İçin Teknoloji Yok” kampanyası altında birleşen yüzlerce Google, Amazon ve Microsoft çalışanı, emeklerinin bir soykırım aracı olarak kullanılmasına karşı çıktı. Barışçıl protestolar düzenlediler, yöneticilerinin yüzüne “Soykırıma güç veren teknoloji üretmeyi reddediyorum!” diye haykırdılar. Bu onurlu duruşun bedelini, tutuklanarak ve işlerinden atılarak ödediler. Bu misillemeler, teknoloji devlerinin “açık tartışma kültürü” imajlarının ne kadar sahte olduğunu, karlarını ve askeri sözleşmelerini çalışanlarının vicdanlarının üzerinde tuttuklarını gösterdi.

İçeriden gelen bu isyan, dışarıda Filistin öncülüğündeki Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin küresel çağrılarıyla birleşerek Silikon Vadisi’nin cezasızlık zırhında gedikler açıyor. Bu eylemler, teknolojinin geleceği ve insanlığın vicdanı adına hepimize bir görev yüklüyor. BM Özel Raportörü Francesca Albanese’nin de belirttiği gibi, bu şirketlerin eylemleri uluslararası hukuk uyarınca “suç ortaklığı” teşkil edebilir ve bu durum sadece kurumsal değil, yöneticiler için bireysel cezai sorumluluk da doğurabilir. Teknoloji, insanlığın ortak mirası olmalıyken, bir avuç şirketin kâr hırsı ve bir işgal devletinin vahşetiyle birleştiğinde en sofistike icatlar bile birer imha aracına dönüşebilmektedir. Bu dijital soykırım makinesine karşı durmak, sadece Filistin halkına karşı değil, insanlığın geleceğine karşı da tarihi bir sorumluluktur. Zira cebimizdeki telefon, açtığımız her uygulama bizi bu suç zincirinin bir halkası yapma potansiyeli taşırken, bu çağda bilinçsiz kalmak da sessiz kalmak kadar tehlikeli bir suç ortaklığıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu