YAZARLAR

M. TAKİ KURTOĞLU / Gazze’de Mezalim Ve Futbolun Vicdani Yansıması

Gazze‘de mezalim devam ediyor. O kadar uzun süredir süren bir vahşete şahit oluyoruz ki, artık zamanın hiçbir hükmü kalmadı. Ne zaman başladığını da net olarak hatırlamıyoruz artık, ne zaman biteceğine dair bir fikrimiz de yok. Dünyanın gözü önünde yaşanıyor her şey. On binlerce çocuğun şehit olduğu, yüz binlercesinin ise öksüz ve yetim kaldığı bu akılsız ve vicdansız katliam serisinde Gazzeliler şimdi de açlıkla imtihan ediliyor. Her gün yeni görüntüler geliyor; her gün trajedinin farklı, yürek burkan yönlerine tanıklık ediyoruz. Gazze’nin sokakları, yalnızca bombaların yıktığı binaların değil, aynı zamanda çocukların kaybolan hayallerinin ve umutlarının da tanığı. Çoğu zaman, savaşın rakamları ve istatistikleri konuşuluyor; ancak bu rakamların ardında, okul yolunda çantasını taşırken hayatını kaybeden bir çocuk ya da annesinin elini sıkıca tutarken son nefesini veren bir bebek var. İşte bu yüzden Gazze’de yaşananları yalnızca bir “çatışma” değil, insanlık onuruna karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirmek gerekiyor.

Ailesine bir lokma yiyecek götürebilmek için kilometrelerce yürüyen silahsız sivillere saldıracak kadar gözü dönmüş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Savaş hukuku ve ahlakını çoktan aşmış olan bu yapı, insanlık onurunu da geri dönülmez bir biçimde tarumar etti. Gazze’de artık sadece canlar değil, insanlığın en temel değerleri de hedef alınmış durumda. Çocukların oyun oynayabileceği parkların yerinde yıkıntılar var, hastaneler yaralıları tedavi etmek yerine yeni saldırıların kurbanlarıyla dolup taşıyor. İnsanların yalnızca hayatta kalabilmek için gıda kuyruğuna girmesi dahi, çağımızın en büyük ayıplarından biri. Geçtiğimiz günlerde Filistin halkı için sembol bir figür olan Süleyman El Ubeyd‘i şehit etmeleri ise zulmün boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi. O, yalnızca bir futbolcu değil, Gazze’nin hayata tutunma çabalarının sembolüydü.

Süleyman El Ubeyd; Filistinli futbolcu, belki de pek çok Filistinli çocuğun idolüydü. Futbol onun için sadece bir oyun değil, haklı davayı dünyaya duyurmanın farklı bir yoluydu. Bir futbol maçında attığı gol, tribünlerde sevinç çığlıkları kadar, çocukların gözlerinde beliren geleceğe dair bir hayali de temsil ediyordu. Bu nedenle onun şehadeti yalnızca bir spor camiası kaybı değil, aynı zamanda bir milletin umuduna vurulmuş ağır bir darbe oldu. Bir çocuk için idolleşen futbolcunun yokluğu, sahada eksilen bir oyuncudan daha fazlasını ifade eder; hayallerin, kahramanlıkların, hatta bir gün barış içinde oynanacak maçların da gölgelenmesi anlamına gelir.

Aslında futbolun kitlesel gücü düşünüldüğünde, Filistin ve Gazze halkının haklı mücadelesini dünyada istikrarlı biçimde gündemde tutabilen tek topluluğun futbol taraftarları olduğu söylenebilir. Avrupa’nın neredeyse her stadında Filistin’e ait bayrak, pankart ve çeşitli semboller görmek mümkün. İşgalin ilk günlerinden itibaren, özellikle Celtic taraftarlarının öncülük ettiği tribün hareketleri bazen cılız, bazen yoğun şekilde tribünlerde yer aldı. Türk takımları da Avrupa maçlarında sahaya Filistin’e destek veren pankartlarla çıktı. Bu dayanışma, yalnızca sembolik bir jestten ibaret değildi, çünkü futbol tribünleri tarih boyunca pek çok kez adalet arayışlarının ve özgürlük mücadelelerinin sesi oldu. Tribünlerde yükselen her slogan, atılan her tezahürat aslında yalnızca bir futbol mesajı değil, aynı zamanda küresel vicdanın haykırışıydı. Bu tavrın asıl önemi, ne kadar etkili olduğundan ziyade, kimin hangi tarafı ne ölçüde açıkça desteklediğini göstermesiydi.

Futbol taraftarlarının Gazze meselesine sahip çıkması, günler geçtikçe daha görünür hale geldi. Avrupa’da teknik direktörlerin ve futbolcuların Filistin üzerine açıklamalar yapması, futbolun tüm aktörlerini ortak bir vicdani paydada buluşturdu. Cesaretin bulaşıcı bir etkisi vardır, bir kişinin konuşması diğerlerini de harekete geçirir. Bu, sporun yalnızca saha içinde değil, saha dışında da bir toplumsal güç olduğunu gösterdi. İşte bu nedenle UEFA, Süleyman El Ubeyd’in şehadetini “Filistinli Pele Süleyman El Ubeyd” ifadesiyle duyurdu. Mısır’ın dünyaca ünlü futbolcusu Mohamed Salah, UEFA’nın ölüm sebebine dair hiçbir şey söylememesini eleştirdi. Ancak yine de UEFA’nın, bugüne kadar zorbalık derecesinde katı tedbirler aldığı bir konuda, Filistinli bir şehide “Pele” yakıştırmasıyla taziye mesajı yayımlaması önemli bir eşik olarak görülebilir. Çünkü bu, futbolun vicdani reflekslerinin artık susturulamayacak kadar güçlü hale geldiğinin işaretiydi.

Diğer taraftan UEFA’nın bu tavrı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası Rus takımlarını tüm organizasyonlardan menetmesiyle kıyaslandığında büyük bir çifte standardı da ortaya koydu. Rusya’ya karşı hızlı ve sert yaptırımlar uygulayan UEFA, tüm futbol kamuoyunun baskısına rağmen İsrail takımlarına hiçbir yaptırım uygulamadı. Bunun ardında, UEFA’nın sponsor ilişkileri, üst düzey yönetimin ticari bağları ve siyasi dengeler olduğuna dair iddialar bu açıdan öne çıktı. Fakat zaman geçtikçe bu tavır sürdürülemez hale geldi. Çünkü futbolun toplumsal gücü, yalnızca yöneticilerin aldığı kararlarla sınırlı değildi. Tribünler, futbolcular, teknik direktörler ve taraftar grupları bu sessizliği bozmaya başladı. Gazzelilerin çığlığı stadyumlara taşındıkça UEFA yetkililerinin koltuklarını koruması da ancak bu baskıyı en azından kısmen hafifletmekle mümkün oldu. Böylece futbol dünyasında, İsrail’e özel inşa edilen görünmez duvarlar çatlamaya başladı.

Gelinen noktada Gazze’de süren zulüm, belki de en fazla çocukların hayatında derin izler bırakıyor. Savaşın ortasında büyüyen bir çocuk için futbol, yalnızca bir spor değil, nefes alabildiği ender alanlardan biri. Topun peşinde koşarken birkaç saniyeliğine de olsa korkularını unutabiliyor, özgürlüğün ve neşenin tadını çıkarabiliyor. Süleyman El Ubeyd gibi sporcuların hikâyesi, bu yüzden sadece bir spor haberi değil, bir milletin direniş destanının parçası. Onun şehadeti, sahada verdiği mücadele kadar, saha dışında verdiği insanlık mücadelesinin de sembolü olarak hafızalarda kalacak. Bugün stadyumlarda dalgalanan Filistin bayrakları, atılan sloganlar, açılan pankartlar sadece bir dayanışma göstergesi değil; aynı zamanda dünyaya karşı “biz görüyoruz, unutmuyoruz” mesajı. Belki de tarihin bir gün yazacağı satırlarda, Gazze’de yaşananlara karşı en yüksek sesin tribünlerden yükseldiği gerçeği yer alacak.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu