Toplumsal direnç ve ulusal özgüven


Sadece son birkaç ay içinde bile Batılı medyada Türkiye‘nin yakaladığı fırsatlarla ilgili onlarca pozitif analiz yayınlandı. Türkiye’nin yeni yüzyılın yükselen güçlerinden biri olma yolunda ilerlemesinin gerekçeleri somut içeriklerle ortaya kondu.
Çoklu kriz ve belirsizliklerin derinleştiği bir dünyada, Türkiye’nin jeopolitik yükselmesini sadece coğrafyasından değil, askeri, ekonomik ve diplomasi alanında giderek belirleyici bir aktör olması ile açıkladılar.
Türkiye’nin sahip olduğu potansiyelini ve yakaladığı ivmeyi etkileyebilecek sorun olarak da genellikle uzun süredir muhalefetin farklı kesimleri tarafından Batılılara yazılan şikâyet mektuplarında dile getirilen içerikler gösterildi.
Mesela bunlardan biri, gençlerin geleceğe yönelik endişe ve umutsuzluğu ile ilgili söylemler. Bir diğeri siyasal kutuplaşmanın artması. Yine bunlara yargı ile ilgili güven meselesi ekleniyor.
Siyasal bir toplumda gençlerin potansiyeli yerine sürekli onların özgüvenini olumsuz etkileyecek meseleleri gündeme getirdiğinizde onlara iyilik değil, kötülük yapmış oluyorsunuz. Sürekli olumsuz meseleler üzerinden etiketleme yaptığınızda onların duygularını negatif yönde etkilersiniz.
Siyasal kutuplaşma bir sorunsa bu sorunun en az iki tarafı olması gerekir. Demokrasilerde siyasal kutuplaşma olur. Ancak, bunu daimi muhalefet aktivizmine dönüştürüp toplumsal direnci azaltmak için özel bir siyaset yaparsanız bu sadece yapana değil, ülkeye de zarar verir.
Herhangi bir sorunu güvensizlik üzerinden etiketleyip, mevcut olanı da daha kötü göstererek bu konuda siyaset yaparsanız güvensizliği derinleştirirsiniz. Herhangi bir kişiye kendisinin hiç tecrübesi olmadığı bir konuda soru sorarsanız, toplumda oluşan algıya göre görüş bildirir. Güven, kaygı, endişe gibi negatif temalı konularda yapılan anketlerin sonucu çoğu zaman bir öncekine göre daha olumsuz çıkar. Çünkü yankı odalarında negatif meseleler daha çabuk alıcı bulur.
Muhalefet partileri doğal olarak iktidarı eleştirecektir. Burada bir beis yok. Hatta bir eleştiri yaparken abartılı cümleler de kurabilir.
Ancak eleştirirken, meseleyi mecrasından saptırarak siyasal bir enstrümana dönüştürdüğünüzde hakikat perdelenmiş olur. Toplum da sorunun ne olduğunu tam anlayamaz.
Örneğin, e-imza sahtekârlığı ve sahte diploma hırsızlığı çok ciddi bir sorundur. Devletin bunun üzerine her yönden gitmesi gerekir. Bu sahtekârlığın nasıl yapıldığının, burada her bir kurumun sorumluluğunun teknik yönlerini de içerecek şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Yani, e-imza hırsızlığı konuşulurken meselenin esasına inmek gerekir. Böyle yapmak yerine konu ile ilgisi olsun ya da olmasın farklı tartışma başlıklarını buraya taşıyıp manipülasyona başvurduğunuzda esas sorunun ne olduğunu perdelemiş oluyorsunuz.
Sorunu tartışmak yerine diğer meseleler konuşuluyor. Bireysel ya da kurumsal sorumluluklar tam manasıyla konuşulamamış ve alınacak önemlerle ilgili siyasal, toplumsal ve teknik katkılar da verilememiş oluyor. Toplum da meselenin tam ne olduğunu anlayamıyor.
Muhalefet; ulusal özgüveni zedeleyerek, toplumsal direnci azaltarak, devlet ve millet arasındaki güveni aşındırarak seçim kazanacağını düşünüyor. Bütün siyasetini de bu bakış açısına indirgemiş durumda.
Muhalefet, MİT TIR’ları kumpasında, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ve benzer birçok gelişmede bu stratejiye göre hareket etti. Ama hepsinde yanlış siyaset izlemesine ve bunun sonuçlarını görmesine rağmen bir türlü bu taktiğinden vazgeçmedi.
Batılıların bile Türkiye’nin yükselen potansiyelinden bahsettiği bir dönemde, siz ülkeye faydası ve katkısı olmayan bir siyasette ısrar ederseniz, bundan siz de siyasal bir fayda görmezsiniz.