MAHMUT ÖVÜR / Fahiş fiyatlar ve değerlerdeki sessiz çöküş


Dış politikadaki gelişmeler bir yana iç siyasette sanki son bir dönüşümün, bir altüst oluşun eşiğindeyiz. Bu altüst oluş yeni bir başlangıca mı yoksa bir “çöküş”e mi işaret ediyor?
Siyaseten nereden baktığınıza bağlı ama her ikisine ilişkin de ipuçları var. Darbeleri ve vesayeti gerileten Türkiye, ağır bedeller ödediği terörden kurtulmak üzere; devlet kurumlarını, üniversiteleri, yerel yönetimleri çürüten “yolsuzluk” ve “rüşvet” belasına karşı da büyük bir “temiz eller” operasyonu başlatılmış durumda.
Ama aynı zaman diliminde “Türkiye’de artık enflasyon sadece fiyatlarda değil; vicdanlarda, ahlakta ve insaf duygusunda da yaşanıyor” diyebileceğimiz bir acı tablo var.
İhracattan savunma sanayiine, turizmden enerjiye birçok sektörde ekonomik veriler pozitif görünüyor. Ama aynı ülkede çok ciddi bir “fahiş fiyat” sorunu da var.
Ülkenin neresine giderseniz gidin bu gerçekle karşılaşırsınız.
KOOPERATİFTE 9, PAZARDA 30 TL
Kars‘ta bir çuval çimento, İstanbul‘un üç katı fiyatına satılabiliyor; Şanlıurfa‘da isot, Avrupa baharatını sollamış durumda. Büyük şehirlerdeki ev fiyatlarını saymıyorum, otopark ücretleri bile dudak uçuklatıyor, Ankara‘da simidin fiyatı, “Başkent Simidi” markasıyla uluslararası yarışa katılabilir. Bodrum‘daki şu örneğe de her yerde rastlayabilirsiniz. Ortalama yurdum insanının uğradığı Tarım Kredi Kooperatifi‘nde kilosu 9 TL olan soğanın, büyük marketlerde 14 TL’ye ama Yalıkavak‘ın merkezindeki halk pazarında 30 TL‘ye satılıyor olması, “organiktir(!)” cevabıyla izah edilemez.
Ortada gerçekten garip bir durum var.
TİCARETİN YENİ KURALI
Bugün ticarette mesele kâr marjı değil, kazancın ne kadarını dövize ya da altına çevirebildiğin. “TL ile sat, dövizle ya da altınla biriktir” anlayışı, esnafı da tüccarı da döviz borsasının oyuncusuna dönüştürdü. Kasada duran TL, sanki hızla bozulacak bir ürün gibi hemen “korumaya” alınıyor.
Bu yüzden artık ekonomideki o klasik kısırdöngüden çıkmak gerekiyor.
Çünkü yüksek faizler, ekonominin damarlarını tıkıyor. Para, ticaretin içinde dönmek yerine faize park ediliyor. Böyle olunca esnaf “Az satarım, çok kazanırım” mantığıyla fiyatı şişiriyor, alıcı ise “Bugün almazsam yarın daha pahalı” kaygısıyla tüketimi hızlandırıyor. Böylece hem alıcı hem satıcı, farkında olmadan aynı kısırdöngünün dişlilerine omuz veriyor.
Bu da ahlak, insaf ve empatinin fiyatlardan çok daha hızlı değer kaybına yol açıyor.
Bir de bitmeyen bir “en” yarışı var… En yeni telefon, en son model araba, en gelişmiş mutfak robotu, en “trend” marka… İhtiyaç mı, değil mi, kimse sorgulamıyor. Sanki toplum olarak bir teknoloji fuarında yaşıyoruz.
BİREYSEL SORUMLULUK
Çevrenize bakın, hemen herkes ekonomiden şikâyetçi… Ama durup kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: “Bu tabloya benim katkım ne?”
Fiyat şişirmekten kayıtdışı kazançlara, fırsatçılıktan israfa kadar her birey, bu tabloya tuğla koyuyor. Türkiye bir bütünse, ekonomiyi düzeltmek de sadece hükümetten değil, toplumun tüm fertlerinden geçer.
Krizler daha da derinleşsin diye bekleyen muhalefetin huyu ne yazık ki hiç değişmediği için diyecek bir şey yok.
Tabii ki esas görev hükümete ve iktidar partisine düşüyor. Özellikle iktidar partisinin siyasi aktörleri silkinmeli, kendilerini sorgulamalı ve en azından yapılanları savunmak için ayağa kalkmalı.
Çünkü bir ülkenin gerçek kalkınması, fiyat etiketlerindeki sıfırların azalmasıyla değil, insanlar arasındaki güvenin artmasıyla başlar.
Fiyatlar bir gün düşebilir, kur dengelenebilir; ama ahlak, insaf, empati duygusu bir kez kayboldu mu, onu geri getirecek faiz, kur veya teşvik yoktur. Belki de önce banknotları değil, değerlerimizi koruma altına almak lazım.